Hayret ki hayret!..
Bu günlerin birbirinden mühim iki gündem maddesi Gazze katliâmı ve Ergenekon. Tam ortalık bu iki haberle çalkalanıyor ve zihinler bu iki meseleye kilitlenmişken, hükümetimiz yangından mal kaçırır gibi âniden aldığı bir kararla Nazım Hikmet’e itibar iadesi yapıyor ve TC vatandaşlığı veriyor.
Hayret! Milyon kere hayret!.. Nazım Hikmet’e itibar iadesi, ola ola AKP’ye mi nasip olacaktı!..
Bazen bir AKP milletvekili, bazen bir bakan Nazım Hikmet’ten şiirler okurdu. Bu hususta Milli Eğitim Bakanı Sayın Çelik’i ön sıralarda görürdük. Meğer o zamanlar bunun sinyallerini veriyorlarmış.
Emine Hanım’ın, Gazze’de soykırıma tâbî tutulan Müslümanlar lehine Türkiye’ye davet ettiği devlet adamlarının eşlerinin bulunduğu toplantıda göz yaşıyla yaptığı konuşmada, Nazım Hikmet’in şiirini okuması şaşırtmadı desem yalan olur. Değil mi yani! Müslümanlarla ilgili toplantıda okunan şiir bir komüniste ait...
Bir insan önceden itibar sahibi olur ve haksız olarak itibarı elinden alınır da o kimse için iade-i itibar yapılır. Ama var olmayan bir şey iade edilemez. Yok ki edilsin! Nazım Hikmet’in itibarı var mıydı ki onun için itibar iade edesiniz!
İtibar ne demek? Bu kelimenin mânası için lügata bakıyorum, şöyle yazıyor:
Hürmet ve saygı görme, güvenilir olma durumu, saygınlık, haysiyet, şeref, hatırı sayılır olma...
Hangisi var bunların Nazım Hikmet’te? Nazım Hikmet, bu vatanı komünizm bataklığına batırmak isteyen biri değil miydi? Suçlu bulunup ceza almadı mı? Hapislerde yatmadı mı? Sonra Rusya’ya kaçmadı mı? Rusya’ya varır varmaz “Benim gerçek vatanım burası” demedi mi? Resmî olarak 30 milyon, gerçekte ise 50 milyon suçsuz insanı öldüren Stalin’i kendisine yaratıcı kabul edip “Beni Stalin yarattı” demedi mi? Sonra dinsiz, kızıl bir komünist olarak orada ölmedi mi?
Haaa! O, hayattayken varsın Türkiye’ye yapabildiği kadar kötülük yapmış olsundu. Biz ona kötülük yapmamalıydık. Bütün kötülükleriyle ölüp gitmiş ve şu anda sadece kemikleri kalmış olan bu müteveffanın kemiklerinden ne istiyoruz ve hâlâ ne demeye bu kemik yığınını Türk vatandaşı yapıyoruz/yaptık ki?
Adam kendine göre bir vatan bulmuş, oraya kaçmış, “Benim vatanım burası” demiş ve vatan edindiği yerde de ölmüş. Anlaşılıyor ki, hayatta olsaydı asla Türk vatandaşlığını istemeyecekti. Şimdi, ölmesini fırsat bilip onu kendi isteği dışında zorla Türk vatandaşı yapmak bize yakışır mı? Bu, azap üzerine azap olmadı mı?
Öyle ya canım! Bakanlarımız memlekette akan gözyaşlarını nasıl olsa dindirdi, işsizlik de sıfıra indi, dünyanın süper gücü de olduk ve bir “Höt!..” deyiversek İsrail’i bile hizaya getiriyoruz, eh sıra geldi Nazım Hikmet’e zorla Türk vatandaşlığı vermeye. Böyle mi yani?
3 gün önce Yavuz Bülent Bâkiler’in yazısında okuduk. Nazım Hikmet, karısı Vera’yı haftada bir defa eski kocasına gönderirmiş. İtibarı bu kadar işte... İtibar denilen değeri kim kaybetmiş ki o bulmuş olsun...
Lâyık mıdır ki, bakanlar kurulu olarak toplanıp, aslında itibarı olmayan böyle bir adamda önceden itibar varmış gibi, itibarı zorla elinden alınmış gibi yeniden itibar verip bir de vatandaşlık verin...
Mesele itibar iadesi ise, hem hayatları boyunca rahat yüzü gösterilmeyen hem de vefatlarından sonra rahat bırakılmayan İslâm büyükleri var. Yapılabiliyorsa, itibar iadesi onlar için yapılsın. İşte İskilipli Âtıf Hoca. İşte vatanı sattı denildiği halde, cenazesi bile parasızlıktan kaldırılamayan Sultan Vahdettin meselâ...
¥
Geçen haftaki yazımızda, “Diyalog’un ikinci tarafının başında olan Fethullah Hoca niçin sadra şifa bir kınamada bulunmadı? Arada bir açıklama yapan Hoca Efendi’den bunu beklemek hakkımız değil mi” demiştik. Hoca Efendi, bizim yazımız daha gazetede çıkmadan önce İsrail’in Gazze saldırılarına tepki gösterdi. Tepkisinde, 21. yüzyılda insanların, abluka altına alınarak üzerlerine bomba yağdırılmasının insanlığın ortak vicdanını kanattığına dikkat çekti. Ayrıca, 10 bin dolar da nakdî yardım yaptı.
HUSUSİ NOT: Sayın Hasan Tahsin. Tansu Çiller’in babasına güzel bir hatla yazılmış bir Besmele levhası hediye edilmek isteniyor. Fakat o, “Götürün bunu! Benim evime Besmele giremez” diyor. Bunu bu sütunda daha önce de yazdım.
Tansu Çiller başbakan iken İsrail’e gitmişti. Kim bilir hangi danışmanının verdiği yanlış ve yanıltıcı bilgiye dayanarak, orada İsraillilere “Arz-ı Mev’ud sizin hakkınız” dedi. Oysa, bizim Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu’nun büyük bir kısmı ve Akdeniz Bölgesi’nin doğu kısımları, Arz-ı Mev’ud içinde. Bu söz, “Bizim topraklarımızın bir kısmı aslında sizin hakkınız” demekti. Bir başbakan böyle konuşmamalıydı.
Bunu da yazdım. Üstelik Tansu Çiller siyaset sahnesinden çekildikten sonra değil, henüz siyaset sahnesindeyken. Bu hususta, yazımın üzerindeki internet adresimden daha geniş yazışabiliriz. Selamlar..
Sayın Objektif 34: İslâm âlimlerine göre, mezhebsizlik zındıklıktır. İbâdetsiz din olmaz. Bütün insanlar âlim olmadığına göre mezheb imamlarının verdiği bilgiler olmasa insanlar neye göre ibâdet edecek? Selamlar...