Serdar Demirel

Serdar Demirel

Gazze: Biz elimizden geleni yaptık!

Gazze: Biz elimizden geleni yaptık!

Bu yazıyı yazdığım sırada, Gazze’de; bebeklerin, kadınların ve yaşlıların katledildiğini biliyorum. TV kanallarına bakmanız yetiyor. Dün görmüştüm; kadınlar, kucaklarında bebekleriyle bombardıman altında çil yavrusu gibi çâresizce sağa sola dağılmışlardı. Dudaklarından dökülen ağıtlar eşliğinde; “Araplar nerede, Müslümanlar nerede!” nidâlarıyla bizi Allah’a havale ediyorlardı.
Evet, bizi Allah’a havale ediyorlardı...
Ve büyük bir olasılıkla siz bu yazıyı okuduğunuzda da aynı durum devam ediyor olacak. Mazlum figanları sanal dünya üzerinden yüreğimize doğru bir yol bulmaya çalışacak. Eğer içimize bir parça ateş düşerse, belki o zaman vicdanlarımız bilincimizi harekete geçirecek ve “Ne yapabilirim?” sorusunu soracağız kendimize.
Malûm; ateş düştüğü yeri yakar. Gazze’de her eve adı kimyasal olan ateş topları düşüyor havadan, denizden ve karadan. Filistinliler şehâdetle diriliyor, yitirilen ise başta adâlet olmak üzere erdem değerleri ve ölen ise insanlık oluyor..
Filistinli bir öğrencim var. Bütün sülâlesinin başına bomba yağarken, o ilim okumaya çalışıyor. Toplumuna daha kaliteli hizmet etmek uğruna. Geçenlerde ders esnâsında bir yolunu bulup, sözü Filistin’e getirdiğimde göz göze geliyoruz. Gözyaşlarının frenlerinin boşaldığını görüyorum. Kelimeler boğazıma düğümleniyor. Cümlelerimin diz bağı çözülüyor..
Bir mazlumun gözünde biriken yaşlar, o kadar tesirli ki; beni esir alıyor. Gözümü gözünden kaçırmaya çalışırken, “Neredesiniz?” ifadesini görüyorum. Cılız bir sesle, “Sizinle beraberiz” demek istiyorum, ama, orada olmamız gereken tarzda olmadığımızı biliyorum.
Cuma günü Cengiz Çandar Gazze katliamının mahiyetini anlayalım diye önemli bir saptama yapmıştı. Şöyle demişti:
“Gazze’de İsrail saldırısı başlayalı beri hayatını kaybedenlerin sayısı 1000’i aştı. Bu, Türkiye’de üç hafta içinde 50 binden fazla insanın öldürülmesine eşit. Ve bu rakamın üçte biri çocuk ve kadın. Yani, üç hafta içinde 10 binden fazla çocuğun ölmesi ne demek ise o demek. Gazze’nin genel manzarası ise korkunç bir depremin ardından bir yer neye benziyorsa ona benzediği söyleniyor.”
Çandar’ın yukarıdaki tahlilinin ışığında, şimdilerde şehid sayısının 1200’ü geçtiğini ve her geçen gün bu rakamın artacağını hesap ederek bir değerlendirme yapın. O zaman Filistinlilerin yanında olmamız gerektiği gibi olmadığımızı elbet fark edersiniz.
Akan kana duyarlı eli kalem tutanlarımız, “Ne yapmalı” sorusuna farklı perspektiflerden cevaplar veriyorlar: Protestolar devam etmeli, yardım kampanyaları artarak sürmeli, bireysel ve toplumsal düzeyde İsrail’i destekleyen şirketlerin ürünlerine boykot uygulamalı gibi. Tâ ki Gazze katliamı dursun.
Okuyuculardan da elektronik iletiler alıyorum. “Ülke olarak İsrail’le diplomatik ilişkileri ne zaman keseceğiz. Utanç verici askerî ittifaklar ne zaman bitecek!” diye.
Bunların tümü önemli. Ama bir şartla. Önce bir anekdot.
Birkaç yıl önceydi. Siyonist İsrail mutad olduğu üzere yine işgal altındaki Filistin topraklarında katliamlarından birisini icra ediyordu.
Kız öğrencilerimizden birisi ofisime gelmiş, olaydan duyduğu üzüntüyü dillendirmişti.
“Kız öğrenciler olarak kendi aramızda para toplayacağız. Bu parayla da gerekli malzemeyi temin edip yemek ve tatlılar yapacağız. Yaptıklarımızı da kampusta satarak, topladığımız paraları mazlum Filistin halkına göndereceğiz.” demişti.
Ben de, her şeyden önce bu duyarlılığı tebrik etmiş, ama bir uyarıda bulunmaktan da kendimi alıkoyamamıştım. Meâlen şöyle demiştim:
Yapabileceklerinizi mutlaka yapın, kardeşlerinizin acısını bir nebze de olsa paylaşın. Lâkin, yardımlarınızı mazlumlara ulaştırdıktan sonra; “Biz elimizden geleni yaptık” hâleti ruhiyesine girip, nefsin insana kurduğu tuzağa düşmeyin.
Böylece tanıklık ettiğiniz Siyonist mezâlim karşısında isyan eden vicdanlarınızın sesini bastırıp yine kış uykusuna yatabilirsiniz, ümmet olarak her zaman yaptığımız gibi.
O zaman yaptıklarınızı, isyan eden vicdanlarınızın sesini bastırmak ve unutma yoluyla iç huzurunuzu tekrar elde etmek için yapmış olursunuz. Bu da İsrail zulmünü bitirmez.
Ümmet olarak bizim sâbit değerlerimiz vardır. Mescidi Aksâ’nın bulunduğu mukaddes topraklar, bu değerlerimizin en önemlilerindendir. Bu yüzden Filistin dâvâsı da bizim sâbit meselelerimizden birisi olmak durumundadır. Mescidi Aksâ işgal altında olduğu müddetçe palyatif çözümlerle yetinemeyiz. Sonuç getirici stratejiler ve taktikler geliştirmeliyiz. Bunun da tek yolu; kalıcı ve sürekli olan eylem birlikteliğinden geçer.
Evet, aynı şeyleri bugün de söylüyorum. Efendimiz (s.a.v)’in bir sözü var. Der ki: “Allah’a en hoş gelen amel, az da olsa devamlı olandır.” (Buhari: 5/2201, hn. 5523)
Gazze’de akan kan hemen durmalı. Öncelikli mesele bu. Ya sonrası? Bugün gösterdiğimiz tepkiler dâimi tepkilere dönüşmezse eğer, ne sonuç alabiliriz, ne de Siyonist rejimin yeni katliamlarını engelleyebiliriz.
Dikkat edelim, bugün yaptıklarımız, zulme karşı vicdanlarımızın tahammül sınırlarını genişletmesin!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Serdar Demirel Arşivi