'Entellektüel / Zihnî Ahlâksızlık' bâbında...

'Entellektüel / Zihnî Ahlâksızlık' bâbında...

Câhiliye basınının amiral gemisi Hürriyet nâm gazetenin frenkperest, azılı laiklik faşisti azgın provokatör/tahrikçi/kışkırtıcı şâir-yazarı sayın bay özdemir İnce şimdi de kulaktan dolma bilgilerle “muftî”liğe ve hatta “mufessir”liğe sıvandı!
Besbelli muhterem ulemâmız bu sayın bayı adam yerine koymuyor, cevâb vermeye lâyık görmüyor. Belki kendince haklı. Yoksa nasıl yürüsün “ilim kervânı”? Ama öte yandan bu sayın bayı adam yerine koyup da okuyan, okuduklarını ciddîye alan bu yüzden de kafaları allak bullak olan nice masûm insanımız var. Onları bu sayın bayın sistematik olarak yaymakta olduğu fitne-fesâddan bir şekilde korumamız gerektiğini düşünüyorum.
Sayın bay özdemir İnce merhûm üstâd Muhammed bin Hamzâ’nın meşhûr Türkçe meâlini aklı sıra şâhit tutuyor nicedir, sapkın yorumlarına – hem de hiç utanmadan sıkılmadan! Bir insanda Hesâb Günü’ne, âhirete îmân olmayınca, ondan her şey umulur, her şeyi yapar! Zira hiç korkmaz, sözgelimi, merhûm üstâd Muhammed bin Hamzâ’nın O Gün karşısına çıkıp: “Bre nâbekâr! Sen hiç utanmaz arlanmaz mısın da beni dalâletine şâhid tutmaya kalkarsın! Hakkımı helâl etmiyorum sana – kalk bakalım şimdi kalkabileceksen altından yediğin haltların, yaydığın fitne-fesâdın!” diye hesâb soracağından. Sallar da sallar, atar da atar! Hele bir de meydânı boş bulunca azar da azar, azar da azar!
Değil Arabça’dan, besbelli Arab alfabesinden dahi “elif”i görse “mertek” sanacak kadar bîhaber olduğu, “ferc”/“furûc” kelimesini “farj”/“furuj” diye, yani fasîh lisandaki doğru telâffuzuyla değil de, özellikle Mısır’da yaygın olan telâffuzuyla “transkribe” etmesinden belli olan sayın bay özdemir İnce, buna rağmen ukâlalık etmeyi elden bırakmıyor! Hem de küfür sınırlarında pervâsızca dolaşarak!
Mubârek Nûr Sûresi’nin mubârek 31. âyet-i kerîmesinde yer alan “hımâr” kelimesinin bağlam içinde “başörtüsü” mânâsına geldiği konusunda, sayın bay özdemir İnce’nin hempâsı birtakım sapkın zihniyet sahiplerinden başka herkes, bilumum ulemâ, en az 14 yüzyıldan beri hemfikirdir. Hatta mubârek Kur’ân’ı –hâşâ!- vahiy olarak kabûl etmeyen, İslâm’a ve Mü’min/Mü’mine Müslümana hiç de dostâne bir yaklaşım içinde olmayan ama şartlar ne olursa olsun “akademik dürüstlük”ü elden bırakmayan nâmuslu ğayr-i Müslîm Kur’ân mütercimleri bile!
“Furûcu korumak” yine Arabça’ya vukûfiyeti tam olan herkesin - çarşı/pazar Arabça’sından değil, “fasîh”, yani “akademik”/“klasik” Arabça’dan söz ediyorum elbette!- çok iyi bildiği gibi, “ğayr-i meşrû cinselliğin her türlüsünden kesinlikle uzak durmak” mânâsını taşıyan bir ifâdedir.
Doğrudur.
Mubârek Kur’ân’da “Ey Mü’mineler! Başınızı saçınızın tek bir teli dahi gözükmeyecek şekilde sımsıkı örtün!” diye doğrudan/apaçık bir emir yoktur! Ama fazlası ve ötesi vardır: âlemlerin Rabbi Yüce Allah, azze ve celle, zâten kullanılmakta olan ama aslî amacından tamamen saptırılmış olan başörtüsünün örtülme gerekçesini bildirerek, kullanılış amacını ve dolayısıyla da şeklini önce hatırlatmakta, sonra belirlemekte ve elbette ki tashîh etmekte, tâbir câizse, aslî zemînine oturtmaktadır! Değil medeniyetler tarihini, onun küçücük bir parçası olan kılık-kıyâfet tarihini bile birazcık araştırmış-incelemiş olan herkes bilir ki, kadınlar/hanımefendiler tarihin her döneminde “başörtüsü”nü bir “iffet”, “asâlet” -şimdi sıkı durun!- “özgürlük simgesi” olarak görmüş ve kullanmışlardır; “müşrik” olanlar bile! Köle kadınlar/kızlar işte bu yüzden başlarını örtme imtiyâzına sahip değildiler! örtmeye kalktıklarında derhâl cezalandırılmaktaydılar! Dolayısıyla, ayrıca bir de “başınızı örtün” emrine gerek yoktu – “başörtüleri”ni aslî amacından saptırılmış, yoz bir şekilde kullanan “müşrik” kadınlar: “Bizim başımız zâten örtülü!” der sıyırtırlardı, örtünmenin özünde yatan ahlâkî ölçüden.
Mü’mine Müslüman hanımefendilerin başörtülerini doğru/hakça kullanarak/örterek açık bir şekilde göstermemeleri istenen “zînet” ya da Türkçe’leşmiş şekliyle “ziynet”e gelince… Meşhûr Alman “Oryantalist/Arabist” ve “Semitik Lisanlar” âlimi, aynı zamanda mubârek Kur’ân’ın “lisana sadakât” açısından en sağlam meâllerinden birini yapmış olan Prof. Dr. Rudi Paret –ki, İslâm/Mü’min Müslüman “sempatizan”ı olmadığını herkes bilir!- şöyle açıklıyor bu kelimeyi: “Zînet kelimesi Arab zihninde, beraberinde taşıdığı câzibe te’sirini çağrıştırır her zaman. İşte bu câzibe te’siridir ki genellikle baştan çıkmaya sürükler insanı; yani bir baştan çıkartıcılığa yol açar. Bu yüzden zînet kelimesi terim olarak ahlâkî açıdan olumsuz değer ifâde eder ve sıklıkla böyle kullanılır!”
Seküler dünyanın ülkemizde de zengin çeşitleriyle boy gösteren “şampuan” reklâmlarına bir bakın hele… Saçı “temizleme” ya da “sağlıklılık” özelliği mi ön plana çıkarılıyor, yoksa kullanımıyla elde edilecek “pırıl pırıl sağlıklı saçlar” başlı başına “kadın cinselliğinin en baştan çıkartıcı simgelerinden biri” olarak mı vurgulanıyor/“lanse ediliyor”(!) döne döne!
Böyledir bu tâife – merhûm üstâd Muhammed Esed’in târifiyle tam bir “entellektüel/zihnî ahlâksız”! Cansiparâne savundukları dünya görüşü/hayat tarzı hem kadına dâir her şeyi –tabiî bu meyânda temiz ve bakımlı saçı da!- münhasıran “baştan çıkarmaya” odaklanmış bir “cinsellik simgesi” hâline getirir, bunu alabildiğine kullanır, sömürür, hem de “zînet”lerini, yani “karşı cinsi her mânâda baştan çıkarmaya yol açabilecek her şeylerini” örten Mü’mine Müslüman hanımefendilere en olmadık hakaretleri yağdırır!
Müteyakkız olalım, müteyakkız kalalım!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi