Âhirette Kurtuluş (necât) Meselesi...
Bütün peygamberlerin –tabii ki- Hazreti İsa ve Hazreti Musa’nın tebliğ ettiği din de İslâm. Dolayısıyla İslâmdan başka hak din yok. Hazreti İsa’ya nisbet edilen Hıristiyanlık ile Hazreti Musa’ya nisbet edilen Yahudilik ise Hazreti İsa ve Hazreti Musa’nın tebliğ ettiği dinin bozulmuş şeklinin adı.
Gerçek böyle ise de dinler hakkında bilgi sahibi olmayanlar, bu iki dini hak din zannetme yanlışlığına düşebilirler. Fakat dinî ilim erbabı için böyle bir hata hem düşünülemez hem de kabul edilemez.
Meseleyi başka bir cihetten ele alalım:
Dünyada yaşanacak dinin de âhirette girilecek cennetin de sahibi Allah. Âhirette kurtuluşa/necâta erebilmenin diğer ifadesi cennete girebilmek. İslâmdan/müslümanlıktan başka hak din olmadığına göre, müslüman olmayanların cennete girmeleri ve âhiret kurtuluşuna/necâta ermeleri mümkün değil. İslâm inancı böyle... Bu gerçeği zihnimizde tutarak devam edelim.
Polemik Değil Diyalog isimli kitapta Hayrettin Karaman Hoca’nın, Hıristiyan ve Yahudilerle ilgili, ehl-i sünnet itikadına göre kabulü imkansız bazı sözleri mevcut. Bu sözlere çeşitli tenkitler yapıldı. Bendeniz de tenkit edenler içindeyim. Ebubekir Sifil kardeşimizin de Rıhle Dergisi’nde bir tenkidi yayınlandı. Geçen hafta Hayrettin Karaman Hoca, “Tenkit yazanlar” diye başlayarak Ebubekir Bey üzerinden cevap verdi.
Bahse konu tenkitlere cevap sadedinde, “Hıristiyan ve Yahudilerin âhirette kurtulmaları konusunda İslâm âlimlerinin görüşlerini naklettiğini” söylüyor ve “Bu görüşü ben de benimsiyorum demedim” deyip ilave ediyor: “Tenkit yazanların temel yanılma noktası…. Bu görüşü bana mal etmiş olmalarıdır.”
Bakalım, tenkit yazanlar gerçekten yanılmışlar mı? Önce kendisinin bir sözünden başlayalım. Diyor ki:
“Kur’an’ı ve onun peygamberini dışlayarak tevhid inancına ve salih amele ulaşmak imkansız gibidir.”
İnternette, 15 Ocak 2009 tarihli yazısındaki bu ifadesine, bir okuyucusu şu yorumu yazmış:
“İMKANSIZ GİBİDİR yerine İMKANSIZDIR diyemiyor ve az da olsa açık kapı olduğunu îmâ etmeye çalışıyor.”
Hayrettin Hoca, tenkit edenlerin yanıldıklarını söylemekten başka, “Bana izafe edilen ‘Peygamber insanları İslâm’a davet etmedi’ sözü iftiradır! Diyor. Oysa şu cümleler kendisinin:
“Peygamberimiz “Yahudi mutlaka Müslüman olsun” demiyor. “Hıristiyan mutlaka Müslüman olsun” demiyor.” (Sa: 35)
Bu, “Peygamberimiz Yahudi ve Hıristiyanları İslâma davet etmedi” demek değil mi? Davet etmez olur mu? Etmedi de o zamanki Hıristiyan Bizans imparatoruna gönderdiği mektup neyi nesi?
Bu sözlerin hepsi kitabın numarasını verdiğim sahifelerinde mevcut. Hatta şu sözler de kendisine ait:
“Kur’an… (ehl-i kitaba), Peygambere iman edin demiyor.” (Birinci baskı, sahife: 37, satır: 13)
Bunu aktarırken ne iftira ediyoruz ne de yanılıyoruz.
Üzülerek aktarmaya mecburum. “Ben diyorum ki” diye söze başlıyor. Bir insan “Ben diyorum ki” diye söze başlarsa o söz onun olmaz da kimin olur? İşte tasvibi imkansız o cümle:
“Ben diyorum ki, İslâm, ehl-i kitabı, tek seçenek olarak –son dinin mensubu olmak manasında- Müslüman olmaya çağırmıyor.” (Birinci baskı, sahife: 37, satır: 15)
İncil ve Tevrat tahrif edilmiş olmasaydı bile, Kur’an geldi öncekilerin hükmü nesholdu ve âhirette tek kurtuluş (necât) ancak Müslüman olmakla mümkün. Bu durumda, insanlara karşı acıma hissi taşıyan her insanın diğer insanların da cehennemden kurtulmaları için onların da Müslüman olmalarını istemesi gayet normal hatta vazife. Gayrimüslimlerle yaptığımız bütün temaslarımız, diyaloglarımız buna yönelik olmalı.
Gelin görün ki, Hayrettin Hoca buna da itiraz sadedinde konuşmuş gibi şöyle demekte:
“Diyaloğun hedefi tek bir dine varmak, dinleri teke indirgemek olmamalı.” (Sa: 36)
Niçin olmamalı? Bunun ne mahzuru var? Bütün insanlar Müslüman olup cehennemden kurtulsa kötü mü? Hedefimiz zaten bu olmalı değil mi? Vazifemiz İslâmı bütün insanlara tebliğ değil mi?
Şimdi Hocanın iki cümlesini arka arkaya okuyalım. Birincisi şu:
“Müslümanların çoğu Peygamberin, bütün din sâliklerini İslâma çağırdığına inanırlar.” (Sa: 35)
İkinci cümle de şöyle:
“Bütün insanların Müslüman olmaları, dinin, Kur’an’ın hedefi değildir.” (Sa: 41)
Elinizden gelirse, bu cümleler karşısında lâl olamıyorsanız olun bakalım...