Hamas’ın bedelini ödeyecek miyiz?
Sıkça telaffuz edilen cümle şu. Türkiye olarak Hamas’ın yanında durdunuz ve bunun bedelini de ödeyeceksiniz.
ABD’deki etkin yahudi kuruluşları üzerinden gelen mesajlar böyle değerlendiriliyor.
AK Parti iktidarının, tıpkı 1 Mart tezkeresinde olduğu gibi ‘vaadettiği’ çizginin dışına çıktığı, bu nedenle de uluslararası desteğini önemli ölçüde yitirdiği de bu tezlere ekleniyor.
Daha açıkçası şu söyleniyor:
Eğer Türkiye, bu politik duruşunu devam ettirir ve İsrail’e yönelik eleştirilerinde ısrar ederse, bu iş iktidar değişikliğine kadar gider.
* * *
Öncelikle Hamas konusuna bakalım.
Türkiye’nin tavrını, ‘Filistin’i Hamas’tan ibaret sayıyorsunuz’ diye eleştirenler, aslında ya Hamas’ı tanımıyorlar, yahut bölgemizde olup bitenlerden haberdar değiller.
Kazandığı seçimin ardından yok sayılan, başarısız kılınmak için uluslararası kuşatmaya uğrayan Hamas’a Filistin halkının verdiği destek aslında her şeyi ifade ediyor.
Herhangi bir askeri sonuç ya da uluslararası baskı bu gerçeği değiştirmeyecek, değiştiremez de.
Türkiye’nin üzerinde siyaset ürettiği zemin, bu meşruiyet ve temsil derinliğidir.
Dünyanın dayattığı projeleri savunarak kabul gören El Fetih çizgisinin, bu haliyle ne Filistin’e, ne de barışa katkı sağlaması mümkün değil.
Dolayısıyla da Ankara’nın bu konudaki tavrı, Hamas’ı önceleyen, diğerlerini yok sayan bir politika olmaktan çok; seçim, temsil ve meşruiyet üzerinden soruna kalıcı bir çözüm getirme arayışıdır.
El Fetih’in geçmişi, çizgisi ve bugün geldiği yer ortada. Bu saatten sonra bu sorunun çözümüne verebileceği çok ciddi bir katkıdan söz etmek de kolay değil. Bu durum ister istemez Hamas’ı öne çıkarıyor.
* * *
Bütün bunlardan daha önemli olan, Türkiye’nin izlediği politikanın Hamas’ı ‘konuşulabilir’ bir çizgide tutmasıdır. Herkes istediği gibi yorumlayabilir. Aslolan Türkiye’nin böyle bir güce ve etkinliğe erişmesidir.
Yaşadığımız coğrafyada son 100 yılın en önemli akımlarından kabul edilen Arap milliyetçiliğinin kelimenin tam anlamıyla iflas etmesi, bizzat Arap halkları nezdinde inandırıcılığını yitirmesi, Mısır başta olmak üzere bu rejimlerin ‘Hamas’ üzerinden kabuslar görmesi gerçeği değiştirmeyecek.
Hangi rejim hangi ittifakı sürdürebilir, hangisi yenisini üretebilir, bunların herbiri ayrıca tartışılabilir.
Ancak etrafımızdaki dengelerin daha sert ve hızlı biçimde değişeceği bir döneme girdiğimizi görmeliyiz.
Bunu en doğru okuyan ve süreci kendi lehine çevirmeye gayret eden ülkelerin başında Türkiye geliyor.
* * *
Peki böyle bir rüzgar Türkiye’de iktidarı değiştirebilir mi?
Tayyip Erdoğan’a yönelik ‘Obama gibi geldi, Bush gibi oldu’ eleştirilerinin sahipleri, esasen böyle bir ihtimali bize anlatmaya çalışıyordu muhtemelen.
Kısa vadede Türkiye’de ciddi bir iktidar değişikliğine dair herhangi bir işaret ya da oluşum görünmüyor.
Bunu bilerleyecek en önemli etkenlerden birisi Mart sonundaki yerel seçimler.
AK Parti’nin burada alacağı sonuç, özellikle de güneydoğuda kazanıp kaybedeceği şehirler, bu süreçte önemli rol oynayacak.
Daha başka faktörler de var. Onlara bir sonraki yazıda devam edelim.