Müslümanlar neden geri kaldı? 3
İslâm ülkelerinin ve Müslümanların ayrı-gayrı olmaları sebebiyle Müslümanların dünya çapında İslâmî menfaatleri olunca; Müslümanları, bir araya toplayabilecekleri bir teşkilatları yoktur. Bu birliği sağlayacak bir makamları yoktur. Bu yüzden dünyanın her yerinde soyulanlar, horlananlar, zulme uğrayanlar, öldürülenler hep Müslümanlardır. Birlik ve beraberlik içinde olmadığımızdan siyasi hiçbir gücümüz yoktur.
Mesela: Amerika Irak'ı işgal ettiği zaman, bütün İslâm ülkeleri, harbe lüzum kalmadan tek ağızdan Irak'ı 24 saat içinde terk etmezsen, hepimiz Amerika ile siyasî, iktisadî, kültürel, siyasî münasebetlerimizi keseceğiz" diyebilseler, hiç kimse Amerika'nın Irak'ta 24 saatten fazla kalacağını iddia edemez. İslâm ülkeleri arasında siyasî bir birliğin olmayışı, İslâm ülkelerini iktisadî yönden de korkunç zararlara uğratmaktadır. Bugün petrol sayesinde bir para yatağı olan İslâm ülkeleri, ticaretinin yüzde 90'ını Yahudi ve hıristiyanlarla yüzde 10'unu kendi aralarında yapmaktadırlar. Aralarında birlik beraberlik olsa iktisadî yönden de en zengin ülkeler, İslâm ülkeleri olurdu.
Bunun neticesinde de maalesef bugün dünyada bulunan sadece adı İslâm ülkelerinin hepsi, gizli veya açık bir şekilde Batılı devletlerin idaresi altındadır. Yani tam veya yarı bağımlıdır.
İkincisi: İslâm ülkeleri, Müslümanlar İslâm'ın, Kur'ân-ı Kerîm'in çok gerisinde kalmışlardır. Müslümanların pek çoğunun yaşantılarının, hayat tarzlarının İslâm ile, Kur'ân ile pek alâkası kalmamıştır. "Müslüman'ım" deniliyor, fakat Müslüman'ca yaşanılmıyor. Şairin dediği gibi:
Bir elde kadeh, bir elde Kur'ân!
Ne helâldir işimiz, ne de haram.
Şu yarım yamalak dünyada,
Ne tam kâfiriz, ne de tam bir Müslüman!
Müslümanların durumu bu. Allah ve Resûlü'nün emirleri yerine getirilmiyor. Muhalefet ediliyor. Bakınız Rabbimiz ne buyuruyor: "...O'nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli, acıklı bir azap isabet etmesinden sakınsınlar." (Nûr sûresi: 63)
İşte, şu sıralar İslâm ülkelerinin, Müslümanların başına gelen belâların sebebini bu ayet-i kerîmenin ışığında aramak lâzımdır. Uhud savaşında, Müslümanlar kazanmış oldukları savaşı, sırf Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in bir emrine muhalefet etmeleri sebebiyle kaybetmediler mi? Bugün İslâm ülkeleri, Müslümanlar üstün değilse, zillet çukurlarında yuvarlanıyorlarsa, zalimlerin, kâfirlerin, mürtedlerin, muattıla güruhunun çizmeleri altında eziliyorsa, yumruklarını yiye yiye yerlerde sürükleniyorlarsa, kendimize bakalım. Kime itaat ediyoruz? Allah'a ve Resulüne mi, yoksa başkalarına ve tağutlara mı? Evet kime? Sabah namazına kalkma, mışıl mışıl uyu. Veyahut sıcak yatağının basında, pijama ile Kevser ve İhlâs Süresiyle namaz kıl, sonra cup diye tekrar sıcak yatağa atla. Ondan sonra Müslümanlar muzaffer olsunlar. Tembel felsefesi bunlar hep. Rabbimiz Mü'minlere "üstün olmayı" vaat ediyor. Şayet üstün değilsek, -ki şüphesiz öyleyiz- öyleyse kendimize bakalım. Kendimizi yoklayalım.
Bu sebeple zararın neresinden dönülürse kârdır. Tevbe edelim. Allah'a kul, Resûlü'ne ümmet olalım. Ümitvar olalım. İstikbaldeki en büyük gür sada İslâm'ın sadası olacaktır. Biz İslâm'a sımsıkı sarılırsak ve hakkıyla yaşarsak, şairin: "Doğacaktır sana vaad ettiği günler Hakkın. Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın." dediği gibi, Allah Teâlâ'nın, Nûr sûresi, 55. ayet-i kerîmesinde vaad ettiği husus mutlaka gerçekleşecektir. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Allah (C.C.), sizden iman eden ve salih amellerde bulunanlara yemin ile vadetmiştir ki; kendilerinden evvel gelen (Mümin)leri, kafirlerin yerine getirip hakim kıldığı gibi elbette onları da yeryüzünde (kâfirlerin) yerine geçir(ip hükümran ed)ecek ve onlara kendileri için razı olduğu dini (İslâm'ı) yaşama imkanını elbette verecek ve onların (her türlü) korkuların(ı üzerlerinden kaldırdık)dan sonra (hallerini) kat'i bir eminliğe, güvene elbette çevirecektir."
Bu ayet-i kerîme, Müslümanlara, parlak bir geleceği vaat etmektedir. Çok sıkıntı çeken, çok güçlüklere katlanmış olan Müslümanlara, artık korku ve sıkıntı devrinin geçmekte olduğunu, inanıp salih ameller yaptıkları takdirde Allah'ın buyruğu uyarınca hareket etmiş olan önceki Mü'min milletler gibi yeryüzünde hükümran olacaklarını müjdelemektedir. Ancak egemenliğin şartı, imanla beraber salih ameller de yapmaktır. Salih ameller yalnız Allah'a ibadetten ibaret değildir. Dine ve dünyaya ilişkin her şeyi güzel yapmak, ayetin buyruğu içine girer. Şirk koşmadan Allah'a kulluk etmek, zulümden kaçınmak, adam kayırmadan insanlar arasında eşitlik ve adalet sağlamak, sevgi, saygı, sosyal dayanışma, hasılı hiç kimsenin haksızlığa uğratılmaması hep salih amellerdir. İşte böyle sağlam bir toplum ezilmez, hükümran olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.