El-Müfredât
El-Müfredât, sofiyyeden değerli bir âlim olan Râgıb El-İsfehânî’nin kaleme aldığı, Kur’an-ı Kerim’de geçen kelimelerin ne mânâya geldiğini izah eden değerli bir eser.
Râgıb İsfehânî, ahlâkı düzgün, şeriatın zâhir ve bâtınını şahsında birleştiren, konuşmasındaki samimi üslupla insanları tesiri altına alan değerli bir şahsiyetti. Önde gelen üç vasfı, insanlara va’z ve nasihat etmek, İslâmî ilimlerde ders vermek ve kitap yazmaktı.
Isfehanlı olan müellifin, doğumu gibi vefat tarihi de tam belli değil. Sadece Hicrî dördüncü asırda yaşayıp beşinci asırda vefat ettiği biliniyor.
Müfredât, âyetlerde geçen kelimelerin önce hakikî mânâlarını, sonra ondan müştak/türetilen kelimeleri sonra da mecâzî mânâlarını verip hakîkî mânâlarıyla irtibatını izah eder. Bir kelimenin ne mânâya geldiğini izah ederken âyetlerden misaller vermesi, Kur’an-ı Kerim üzerinde çalışanlar için bir kolaylıktır.
Bu izahları yaparken âyet ve hadislerden misaller verir, sonra Arap tabir, atasözleri ve şiirlerine geçer. Âyetlerden misaller verdikten sonra önce sünnete sonra sahabe ve tâbiînin görüşlerine yer verir.
Âyetlere mânâ vermek bir ihtisas işidir. Her Arapça bilen Araplarla konuşabilir ama ilmin derinlik ve hassâsiyetini bilmeyenlerin zannettiği gibi âyetlere mânâ verip dinî hüküm çıkaramaz.
Eğer iş onların zannettikleri gibi olsaydı, bu kadar tefsirler ve Kur’an lügatları yazılmazdı. Ve meselâ Râgıb İsfehânî bir El-Müfredât’ı yazmaya ihtiyaç duymazdı. Eğer sadece Arapça yetecek olsaydı, Araplar zaten Arapça bildikleri için her biri bir İslâm âlimi olur ve olar için Arapça tefsirler yazılmazdı.
Evet! Kur’an-ı Kerim anlaşılmaz değil, anlaşılır bir kitap. Ama Kur’an ilimlerine çalışanlara...
Senin-benim, onun-bunun tercüme ve derleme kitaplarıyla belirli bir seviyede İslâmî bilgiler edinilir ama İslâm âlimi olunamaz. Bir tercümede yanlışlık yapılmış olsa, okuyan da haliyle yanlış öğrenecektir.
Aslolan, ilmi temelinden, kaynağından öğrenmektir. “Ayrıca tahsile ne lüzum! Aynı kitapları alır, kendi kendime okur, öğrenir, âlim olurum” denilemez. “Tıp tahsiline ne lüzum! Cerrahlıkla ilgili kitapları alır okur, nasıl ameliyat yapılacağını öğrenir, ben de ameliyat yaparım” denilemeyeceği gibi...
İş böyle ama, İslâm dininde birinci kaynak Kur’an olduğu için, meâl okuyanların bazıları, İslâmî ilimlerin kaynağına indiklerini zannedip kendilerini İslâm âlimi zannediyorlar. Ortada böyle bir gariplik var.
Gariplik deyince zihnimde El-Müfredât’ın esas ismi tedâî etti: Kitâbü’l-Müfredât fî Garîbü’l-Kur’ân.
Garîbü’l-Kur’an’dan, muhtemel bazı hâyâlî garipliklere geçelim. Meselâ şöyle bir gariplik olabilir:
Meselâ zekası düşük birisi, bir zamanki Yüksek İslâm Enstitüsü’lerinden birisine girse. Okulu bitirmek için uğraşsa ama garibim bir türlü bitiremese. Meşhur olmak istediği için mi yoksa kafasını kaldıramayacağı bir sebepten dolayı mı nedense o toprakları terk etse. Meselâ zar-zor, kapağı Mısır’daki El-Ezher’e atsa. Ve meselâ Külliyyet-i Şerîa’da İslâm Hukuku’na kaydını yaptırsa. Kafası ilme yatmadığı için oraya da devam edemeyeceğini anlayıp meselâ daha ikinci sınıftayken terk edip gelse. İlmi de dinî hassasiyeti de olmadıği için,“Falanı padişah yapmışlar, önce babasını asmış” kabîlinden, o da benzer suçlar işlese. Asmasa ama yapmadığını da bırakmasa. Sonra çekip gitse. Gidip büyük bir yerleşim merkezine yerleşse..
Zeka ile kurnazlık ayrı ya. Kurnazlık yapıp şöhretin yolunu bulsa. Mısır’da, Araplardan zar-zor öğren(ebil)diği “Hâlef tu’ref/aykırı ol, itiraz et ki meşhur olasın” kaidesini tatbike başlasa. Sözümona kitaplar yazıp İslâm âlimlerine dolu dizgin itirazlar, itirazdan öte hakaretler yapsa. Zâhirî bir tevâzu hali içinde müthiş bir ene sahibi olarak, adına İslâm deyip kendine göre bir yol çizse. Meselâ ne yapsa?
Abdest şöyle de alınır, böyle de alınır diye yavaştan yavaştan abdestsiz namaza bile yol açsa. Sevgili Peygamberimiz’in, yaratılmışların en üstünü ve Allah’ın en sevgili kulu olduğuna bile itiraz etse. Ama buna rağmen söz sahiplerinden hiç itiraz da gelmese... Hayal bu ya, dünyada böyle şeyler olsa... Bu durumda bunlar da garip şeyler midir, değil midir!.. Değerli okuyucular! Söze El-Müfredât’tan başladık, buralara geldik. Müfredât, Kur’an’ın mânâsı üzerinde çalışanlar için mühim bir eser. İslâm ulemâsı Müfredât’tan çok nakil yapmıştır. Çıra Yayınları Müfredât’ı tercüme ettirmiş. Faydalanılabilir, tavsiye ediyorum.
Tel: (0212) 6359919
Kitabın değerli iki mütercimi Sayın Doç. Abdülbâki Güneş ve Yrd. Doç. Mehmet Yolcu’nun müsamahalarına sığınarak tenkidimi de kaydedeyim:
Böyle ilmî bir esere, eylem, kanı, içselleştirmek gibi kelimeler, âlim yerine bilge demek ve gözlemlemek kelimesi gibi yaygın yanlışlar yakışmamış. Görülmektedir yerine gözlemlenmektedir demek de yanlış.
İkinci ve daha mühim husus da şu: Salevâtta her ne kadar Allâhümme salli alâ Muhammedin derken “Hazret” kelimesi yok ise de bunun tercümesi yapılırken veya Peygamberimiz’den bahsederken hürmeten Hazret kelimesini kullanmak icap eder. O bakımdan, 31. sahifede “Muhammed” ismini tek başına Hazretsiz kullanmak da yakışmamış. Bunun haricinde, istafade edilecek bir eser olduğunu söylemek isterim. Tercümedeki muvaffakiyetlerinden dolayı mütercimleri tebrik ediyorum.