30. yılında İran Devrimi ve halkın “mollavizyon” tepkisi
İran İslâm Devrimi’nin 30. yılı, ülke içinde çeşitli etkinliklerle kutlandı. Dünya medyası da devrimi birçok boyutuyla gündemine aldı, başarı ve başarısızlık öyküsünü farklı perspektiflerinden değerlendirdi.
Bu münasebetle biz de, devrime, 30 yıldır devrimin kanatları altında yaşayan İran halkı üzerinden değinmek arzusundayız.
Devrim coşkusu İran semâlarını kuşattığında henüz 10 yaşında olan çocuklar bugün 40 yaşında. İran nüfusunun kahir ekseriyetini oluşturan 30 yaş ve altındaki nesil ise, devrimin vurucu sloganıyla, “gerici Şah dönemi”ni idrak etmemiş insanlardan oluşuyor. Kelimenin tam anlamıyla bir “devrim nesli” var karşımızda.
Bu neslin algı dünyası tamamen devrim sonrası İran realitesinde ve eğitim kurumlarında şekillendi. Doğal olarak da akla, devrimin değerlerini içselleştirmiş bir neslin varlığı gelmektedir. Yani, devrim liderlerinin hayâlini kurduğu ve 30 yıl sonra vücut bulacağı müjdesini verdikleri ideal nesil...
Acaba hayâl gerçek oldu mu?
İran’a defaatle gittim. Hiçbir gidişim resmî ziyaret kapsamında olmadı. Dolayısıyla benim gözlemlerim resmî dâvetle gidenlerin gözlemlerinden farklı. Zira, resmî ziyaretler önceden belirlenmiş ve ona göre dizayn edilmiş mekânları kapsar. Genelde görüşülecek kişiler bile önceden seçilmiştir.
Ziyaret edilen mekânların devrimin değerlerini sembolize etmesi, görüşülen kişilerin de devrim ideallerine adanmış kadrolardan seçilmesi gâyet normaldir. Resmî ziyaretlerin bu yüzden gerçek bir İran fotoğrafı sunmayacağı kanısındayım.
İran’ı her ziyaretimde halkın arasına karıştım. Türkiye sınırından Pakistan sınırına kadar kaç kez geçtim.
Diyalog fırsatı bulduğum sokaktaki insanlara, devrim hakkındaki düşüncelerini sordum. Din üzerine sohbetler yaptık. Geleceğe dair beklentilerini konuştuk. Ama yazının sonunda söyleyeceğimi hemen buracıkta söyleyeyim; devrimin ilk yıllarında düşü kurulan o altın nesli pek göremedim.
Devrimin değerlerine sahip çıkanlar, azınlığı oluşturuyor. Bu devrimin bir başarısızlığı mı acaba?
Bana göre öyle. Lâkin, bu sorunun cevabının derinlikli akademik çalışmalara konu olması gerektiğine içtenlikle inanıyorum.
Yüzbinlerce genci ve inanılmaz düzeyde milli serveti eriten İran-Irak savaşı, uluslararası ambargolar, ilk yıllarda devrimin temel taşlarının sûikastlara kurban gitmesi ve birçok benzeri âmil, bu başarısızlığın nedeni sadedinde bir çırpıda zikredilebilir. Ama, bu sebeplerin tek başına ikna edici bir cevap teşkil ettiğini düşünmüyorum.
Burada bir gözlemimin altını çizmek istiyorum. Genel anlamda İran halkı, bu ülke dışındaki insanların sandığı kadar çok dindar değil. Meselâ Pakistan’da halkın dindarlığı İran’a göre çok daha yüksek, hem de her katmanda. Burada, kitlelerin coşkulu dindarlığı, genelde, Muharrem matemi ve Kerbela şehitlerine okutulan mersiye günlerinde yas tutma geleneği formunda tebellür ediyor.
‘Halk, kendi dindarlık standartlarını dün Şah’a karşı koruyordu, bugün de Kum ulemâsına’, tesbitimin kimileri tarafından yadırganacağını biliyorum. Maksadın izaha ihtiyacı olduğunun da farkındayım.
Efendim, Şah Rıza Pehlevi, muasır medeniyet seviyesini yakalama adına halkı sekülerleştirmeye çalışmıştı. Kısmî başarılar da elde etmedi değil. Lâkin, halkın dinî inançlarının gücünü küçümsemiş, toplumsal mühendislik projelerinin gücünü ise kutsamıştı. Sonunda gelip sosyolojik realitelere toslaması mukadderdi. Küçümsediği mollalar, halkın gücünü örgütleyerek, onu tahtından etti.
Madalyonun devrim sonrası yüzüne gelince: Aynı halk, bu sefer, devlet eliyle yürütülen ama kendi standartlarına göre daha yoğun bir dindarlaşmayı ifade eden uygulamalara da direndi. Çünkü, ulemânın anlattığı din onlara katı geliyordu.
Hiç unutmam, bir defasında İran televizyon kanalları mevzubahis olmuştu. O zaman İran’da henüz iki tv kanalı vardı. Tv kanalları nasıl sorusuna, kimileri; “Birinci kanalı açtığınızda karşınıza Kumlu bir molla, ikinci kanalı açtığınızda ise Şirazlı bir molla çıkıyor. Bizimkisi mübarek mollavizyon” demişti.
Bu tepkici algının geniş kesimlerce paylaşıldığını ifade etmem gerek. Bu meyanda anekdotlarımız hayli fazla. Tanık olduklarımızın bize söylediği gerçek, devrimin, yeni bir nesil yetiştirme noktasında hedefini yakalayamadığıdır.
Halk bazında böyle olduğu gibi, ilim ve fikir sahalarında da durum aynıdır. Devrimin dünya çapında büyük beyinler yetiştiremediği sizce de âşikâr değil midir?
İsim vermeye gerek duymuyorum. Devrim öncesi yetişmiş ve devrimin temel taşları çapında kaç âlim ve düşünür yetişmiştir, bu dönemde. Bugün ortada olan isimlere baktığınızda, onların da devrim öncesi yetişmiş kadrolardan olduklarını göreceksiniz. Kanımca bu meselenin üzerine de ayrıca ışık düşürülmesi gerekmektedir.
Ben yine halka döneyim.
İran halkı ne Şah döneminde çok laikti, ne de devrim döneminde çok dindar. Bugün, dindarlık düzeyi elbette Şah dönemine göre daha kesiftir. Ama asla devrimin öngördüğü noktada değil.
Kamusal alanda hanımların tesettürü kimseyi yanıltmasın. Bir de o hanımlarla aynı kültürü ve din algısını paylaşan kocalarına, kardeşlerine ve çocuklarına bakınız, o zaman ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.