Yeni Osmanlıcılık ve anakronizm
Hillary Clinton'ın Ankara ziyareti Obama'nın Türkiye'ye nasıl bir rol biçtiğinin ipuçlarını verdi. Küresel rekabette stratejik denklemlerin yeniden kurulmasının arefesinde, yeni Amerikan yönetimi sadece imaj tazelemiyor Ortadoğu'ya farklı bir yaklaşım geliştiriyor.
Bu farklılığın Bush politikalarından tümüyle bağımsız, yepyeni bir sayfa açmaya yönelik 'radikal değişim' anlamına gelmediğini hemen belirtmeliyiz. Yeni dönemde Amerika'nın Ortadoğu politikası hem devamlılıklar hem de imaj tazeleyici değişimleri içeriyor.
Önce devamlılık unsurlarına bakalım. Cumhuriyetçi neocon politkaların askeri güç ve işgal politikaları Irak'tan sonra sürdürülebilir olmaktan çıkmış görünse de sistem dışı devletlerin gerektiğinde nasıl cezalandırılabileceğine örnek olması açısından yeni Amerikan politikası bu avantajı kullanarak gerekli "açılım"lar yapmaya çalışması beklenebilir. Yani Obama Cumhuriyetçilerin günahını sahiplenmese de işgalin getirdiği imkanları açılım adına kullanacak demektir. Sopa yerine havuç gösterme dönemi. Irak'tan asker çeken ama Irak üzerindeki stratejik tehdidini, askeri varlığını daha farklı boyutlarda sürdürerek.
Genel anlamda Ortadoğu'yu karşısına almaktan çok yanına almayı önceleyen bir strateji izleyeceğinin belirtileri şimdiden görünmektedir. Eğer Amerika, yeni küresel güçlerle stratejik dengeleri yeniden kurmak için pazarlık masasına hazırlanıyorsa Ortadoğu'daki fiili askeri varlığı zaten elinde bir koz olarak tutmaktadır. Buna ilaveten sopayla hizaya getirilen bölge ülkelerinin karşı cepheye geçmelerine engel olacak stratejik ittifaklara yönelmesi muhtemeldir. Irak'ta askeri ve ekonomik gücünün sınırlarını deneyen ancak denetim altında tuttuğu bölgeyi yanına çekmek isteyecektir.
Bu çerçevede asıl küresel rekabetin Orta Asya'da sahnelendiğinin de farkında olarak maliyeti düşük; kaybetme riskini en aza indiren stratejik ittifaklarla Afganistan-Pakistan hattında hem Rusya hem Çin'le hesaplaşmaya hazırlandığını görmemek imkansız. 19. yüzyılın iki rakip gücü İngiltere ve Rusya'nın hesaplaştıkları ve siyasi literatüre "büyük oyun" olarak geçen mücadele bugün de benzer biçimde Afganistan'da sahneleniyor. Afganistan gibi fakir bir ülkenin kendisinden çok merkezinde bulunduğu jeostratejik dengeler önemli. Dört nükleer ülkeye sınır olan Afganistan küresel hesaplaşmanın sahnelendiği yer adeta. Obama'nın daha seçilmeden önce dikkatini bu bölgeye, özellikle de Pakistan'a vermesi önemli. Hindistan'ı yanına çekerken Rusya'yı kuşatmaya çalışan, Çin'le büyük mücadeleye hazırlanan Amerika en zayıf nükleer güç olarak Pakistan'ı gözüne kestirmiş görünüyor. Daha doğrusu askeri güç gösterisinin Irak'tan Pakistan-Afganistan hattına kaydırıldığını söylemek daha doğru olur. Ancak bu askeri güç gösterisinin Bush tarzı doğrudan işgal şeklinde olmasını beklemek zor.
Tüm bu genellemelerden sonra Obama'nın 'Busharonizm'den farklılaştığı alan Ortadoğu ve özellikle İsrail-Filistin meselesinde alacağı tavırda ortaya çıkacak. Clinton'un HAMAS'a gönderdiği ılımlı mesajlar yeni döneme ilişkin izlenecek politikalar açısından gösterge niteliğinde. İran'ın nükleer kapasitesini engellemek, belli düzeyde kontrol altında tutmak bunun karşılığında "sisteme dahil olması"nı sağlayacak rüşvetleri vermeye hazır olduğunu çoktan ortaya koydu bile. İran'la Irak üzerinde yapılan pazarlıklar iki tarafın da birbiriyle pazarlığa açık olduğunu gösteriyor. Sisteme dahil edilmiş bir İran'la, tarafların 'ikna edilmesi'ne dayalı Filistin-İsrail meselesinde "barışçıl bir çözüm"e gitme ihtimali çok daha fazla.
Tüm bu gelişmeler karşısında Türkiye'nin rolü sanılandan daha önemli bir yeri gösteriyor. Son zamanlarda Amerikan kaynaklı, Türk kökenli analistlerin yorumlarındaki belirgin değişim dikkatlerden kaçmış değil. Türkiye'ye atfedilen değer; aynı zamanda "Davos çıkışı"nın neden sineye çekildiğini de açıklıyor.
Türkiye köprü olmaktan çıkıp inisiyatif geliştirdiği takdirde güçler dengesinde bir özne olmaya aday demektir. Amerika Türkiye'nin bu gücünden istifade ederken aynı zamanda bunu zaaf haline sokacak bir mekanizmaya dönüştürmeye çalışıyor. Burada dikkat edilmesi gereken, bir tür anakronizme saplanıp ideal olanla pratiği karıştırmak, kendi gerçekliğinden kopuk başkalarının projesine alet olma tehlikesidir. Bölgede inisiyatif almaya başladığında bunun "erken doğum"a dönüştürülmesi en büyük tehlikedir. Kültürel ve stratejik imkanlarına yaslanarak kendi rolünü oynayan bir Türkiye'nin kendini abartmadan etkisinin nerelere uzanabileceğini bilmek durumundayız. Aksi takdirde bunu bizden çok başkaları fark edip bizim belirlemediğiniz bir proje düşükle sonuçlanmaya mahkumdur. "Yeni Osmanlıcılık" adına ortada dolaşan politikaların anakronizmden çıkıp hayat bulabilmesi için bir medeniyetin ruhunun kavranması gerekir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.