Sol muhalefet ve İslam'ın iç / eriksiz / leştirilmesi
Sovyet sisteminin çökmesi dünyadaki sol muhalefeti de derinden sarstı. Sarsıntının temelinde siyasi yapı olarak Sovyetler'in çökmesinden daha fazla, entelektüel bir krize girilmiş olması vardı. Nasıl olmasın ki? "Komünizm çöktü ama Marksizm yaşıyor" diyenler daha çok kapitalist dünyanın aydınlarıydı. Sol-liberal söylem muhalif olmaktan çok sistemi tahkim etmeye yönelik bir projeye dönüşmüştü ve soğuk savaş sonrası sistem için çok da kullanışlıydı. Sonuçta Marks da modern Batı uygarlığının kurucu paradigma düşünürlerinden biriydi. Komünizmin çökmesi aslında kapitalizmin de iflası anlamına gelebilirdi. Farklı yönetmelerle benzer insan-toplum modelini inşa etmeye çalışıyorlardı.
Bu kriz dönemlerinde hâlâ muhalif ve de alternatif bir şeyler üretme çabasında olan sol-eleştirel çevrelerin İslam dünyasındaki entelektüel çabalara daha çok ilgi göstermeye başladıkları malum. Bir yanda küresel sol söylemin hâlâ mümkün olup olmadığı tartışıladursun diğer tarafta İslam düşüncesi ve Müslüman aydınların geliştirdikleri düşünceler üzerinde belirgin bir odaklanma gerçekleşti.
Buna paralel biçimde başta eleştirel-teorisyenler olmak üzere İslam dünyasındaki muhalif sesleri anlamaya yönelik çabalarda da belirgin bir artış yaşandı. Özellikle 11 Eylül sonrasında şiddetle beraber anılmaya başlanan İslam dünyasının daha derinine nüfuz etmeye (en azından bu şekilde açıklanan) teorik çabalar arttı.
Eleştirel teoriden beslenen aydınların temel yaklaşımı şu idi: "İslam sadece terörden ibaret değildir. İslamcılığın geniş söylemsel sahası mevcut iktidar eşitsizliklerine karşı protestonun siyasi telaffuzları için yaratıcı bir mekan açar, bunlardan biz, batılı eleştirel teorisyenler, bir şeyler öğrenmeliyiz" şeklinde ifadesini bulan bir yaklaşım söz konusu oldu hep. Özetle; 'şiddete başvuran radikal İslam'ın' dışında madem Müslümanların entelektüel bir birikimi var; bu birikim Batı eleştirisini de içeriyor. Aynı zamanda muhalif bir kültür üretiyor. O halde Batılı aydınlanmanın tam da istediği, ihti-yacı olan şey de Batı'nın kendini üretirken bu "eleştirel" muhalif kültürden beslenmesi gerektiğinin altı çiziliyordu.
Bu eleştirel muhalif kültür arayışı birbiriyle ilişkili iki hedefi ima ediyor. Madem komünizmle birlikte paradigmatik olarak çöken aynı zamanda batılı modern projedir. Bunu yenilemek için muhalifinin eleştirel bakışından yararlanılması gerekir. Bir yöntem olarak Marksizm (diğer siyasi ve felsefi ekoller gibi) her zaman değerlendirilebilecek bir düşünce birikimi olarak entelektüel envanterde yerini korumakla birlikte, Marksist düşüncenin bile muhafazakar, sistem içi savunmacı konuma düşmesiyle yeni açılımlara ihtiyaç hissedildi. Özellikle eleştirel teori takipçilerinin bu konuda öne geçmeleri tesadüf değil. Batı dışı alternatif arayışlarda İslam'ı atlayarak uzak doğuya yönelen ilgi bu kez karşı karşıya bulunduğu meydan okumayı anlamak zorunda olduğunu hissetmiş gibidir. Uzakdoğu geleneğiyle, kültürüyle spritüel donanım amaçlı ilgilenen Batı enteljansiyası İslam birikimiyle; siyasal ve toplumsal açmazlarına çözüm arayışı çerçevesinde, tabiri caizse, bu alandaki egemenliğini sürdürülebilir kılmak için ilgilendiğini saklama ihtiyacı bile duymadı. Bu ilgi oryantalist ilgiden tümüyle kopuk olmasa da farklı amaç ve içerikte bir yaklaşımdı.
Farklılaşan aydınlanma diyalektiğinin açmazına bir çıkış olarak İslam'a duyulan bu ilginin bir başka nedeni/sonucu da muhalif olanı sistem içine çekebilmektir. Sistem içine çekmek aynı zamanda iç etmeyi, içeriksizleştirmeyi de beraberinde getirecekti. Postmodern eleştirinin İslam dünyasında bunca rağbet görmesi biraz da alternatif imkanın iç edilmesiyle alakalı olsa gerek. Alternatif bir muhalefet olma imkanından vazgeçme karşılığında elimize tutuşturulmuş eleştirel boşluk gibiydi. Paradigma dışına çıkmadan, moderniteye bir tür özeleştiri mahiyetindeki çabalarla sınırlı kaldı.
Bu teorik-entelektüel arayışın pratik siyasete, gündelik hayata nasıl yansıyacağının ipuçları bugünlerde daha fazla belirginleşti. Acelecilik tuzağına düşmeden Obama sonrası siyasal açılımların tam da bu eleştirel teori türünden bir açılım olduğunu düşünmemizi gerektirecek belirti-ler var. Cumhurbaşkanı Gül'ün Tahran'da Obama dönemi için söyledikleri tam da bunun yansıması türünden: yeni bir dünya sisteminin kurulmakta olduğunu, bunun için de herkesin üstüne düşeni yapması gerektiğini belirtmesi hayli anlamlı. "Dünyada yeni siyasi bir dönem var. ABD'deki seçimden sonra böyle bir döneme girdi dünya. Daha önceki Amerikan idaresi, tek taraflı kararlar alan, gerektiğinde tek taraflı uygulayan ve düşüncelerini yeri geldiğinde empoze eden bir metot ve stil takip ediyordu. Yeni yönetim, çok taraflı olacağını, herkesi dinleyeceğini, herkesten tavsiyeler alacağını ve problemli konularda diyalog kuracaklarını açıkça ortaya koyan ve söyleyen bir yönetim."
Resmi Türkiye'nin bir açıklaması olarak bu sözlerin İslam düşüncesinin entelektüel birikimini temsil etmediği gibi bağlamadığını söyleyebiliriz. Ancak tam bu noktada resmi Türkiye ve özelde de iktidarın (Gül de bu çerçevede değerlendirilebilir) özellikle İslamcı geçmişine gönderme yapılmasına dikkat edilmesi ABD'nin temsil ettiği siyasal açılım için hayli kullanışlıdır. Entelektüel alanda İslam'ı batılı paradigma için kullanışlı hale getirerek alternatif olmaktan çıkarılmasının siyasal alanda uygulaması İslam dünyasının ittifak edilerek sistem dışı oluşumlara kapatmaktır. Bush dönemi bunu tehditle yaptı, o defter kapandıktan sonra daha insancıl yöntemler devreye sokulacak demektir. "Altın çağ"ı başlatanlar elimizdeki hazinenin iç edilmesine ne diyecek bakalım!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.