Çatışmanın zorladığı “Medeniyetler İttifakı” ve Obama’
Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri seçilmesine itiraz eden Türkiye, “One minute” duruşuyla kazandığı prestijine yeni itibarlar ekledi.
Rasmussen elbette yanlış bir seçimdi. Türkiye de yapması gerekeni yaptı, yanlış kararın altını çizerek sadece üye ülkelere değil, bütün dünyanın dikkatlerini bu noktaya çekti.
NATO’nun yeniden yapılandırıldığını görüyoruz. Bu yönde atılan adımlar ortada. NATO’nun patronu ABD’nin yeni liderinin ortaya koyduğu söylemlere, birliğe alınan yeni ülkelere, ortaya konan yeni stratejik görev haritasına baktığımızda, yeni misyonu tahmin edebiliyoruz.
O da; “medeniyetler arası çatışma teorisini medeniyetler arası ittifakla tebdil etmek ve NATO’yu yeni dünya düzeninin jandarması kılmak” diye özetlenebilir.
Eğer yapılmak istenen bu ise, Rasmussen yanlış bir tercihti. Medeniyetler arası diyaloğun inandırıcı olabilmesi için NATO’nun öncelikle yakın geçmişiyle yüzleşmesi, Müslümanlardan bir “özür” dilemesi ve bu isimde ısrar etmemesi gerekirdi.
Efendim, sebebini anlatayım.
1995’te, NATO Genel Sekreteri Willy Claes; “İslâm fundamentalizmi, komünizmden daha tehlikelidir” ve “NATO’nun yeni hedefi, radikal İslâm’la mücadele etmek olacaktır” gibi savaş çığırtkanlığı yapan sözlerin altına imza atmıştı. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle İslâm’ın, Batı’nın yeni düşmanı olduğunu böylece ilan etmişti.
Bunu unutmadık. Kaldı ki; bu, bir retorikten ibaret de değildi. Varşova Paktı ülkelerine karşı tesis edilen birliğin Soğuk Savaş sonrası siyasetine ve askerî faaliyetlerine bakın, genel anlamda Müslüman ülkelerde işbaşında olduğunu göreceksiniz.
Yeni başkanın kimliği ise, Müslümanlara, NATO’nun İslâm’a karşı düşmanca geçmişini hatırlatacaktır.
Bu yüzden Rasmussen yanlış bir tercihti; çünkü hazret, çatışma teorisinin çatışmanın diğer tarafı olarak kurguladığı 1.5 milyar civarında Müslüman’ı derinden incitmiş bir geçmişe sahip. İslâm Dini’nin aziz Peygamber’ine karikatürlerle hakâret edilmesine ülkesinde izin vermekle kalmamış, bir de yapılan hakâreti, düşünce özgürlüğü bağlamında yürütülen bir sanatsal faaliyet diye savunmuştu.
Türkiye, Müslüman dünyanın itirazını ve hassasiyetini masaya koydu. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu isme sıcak bakmadığını açıklaması üzerine, Müslüman dünyadan gelen büyük destek de bu zâtın isminin çok yanlış bir tercih olduğunu göstermeye yeterdi.
Meselenin Obama’yla ilgisine gelirsek;
Obama’nın hem Avrupa’da, hem de Türkiye’de Müslüman dünya ile ilgili kullandığı kelimeler ve kurduğu cümlelere dikkat ettim, hepsi de özenle seçilmiş. TBMM’de yaptığı konuşma da dengeli, gurur okşayıcı ve onure ediciydi.
Bunların arasına serpiştirilmiş tehdit kokan uyarılar da yok değildi hani. Ama sonuçta ülkede kutuplaşmanın tarafı kabul edilen her kesime mavi boncuk dağıttı denebilir.
Yaptığı vurgularda öne çıkan husus, Türkiye ve İspanya’nın eşbaşkanlığında yürütülen Medeniyetler İttifakı inisiyatifinin söylemlerine paralel düştüğünü göstermesiydi.
Tam da burada bir çapanoğlunun varlığı gözden kaçmıyor. NATO’nun patronu ABD, İslâm dünyasına yeni bir sayfa açalım derken, nasıl oluyor da Müslümanlara hiç de hoş gelmeyecek bir kişiyi birliğin genel sekreterliğine getirebiliyor...
Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği’ne seçilmesine, Türkiye’yi Obama ikna etti. Türkiye’ye her ne güvence vermiş olursa olsun, bu tercihi anlamakta zorlanıyorum Obama adına. Zira Müslüman dünyaya uzattığı barış elinin anlamını zayıflatıyor.
Bir de şu mesele var. Irak’tan askerleri geri çekeceğiz, Bush döneminde yapılan hatadan geri döneceğiz diyor. Eyvallah!
O zaman, Afganistan’daki işgalci asker sayısını artırmanın zaruretinden, Pakistan’daki Taliban tehlikesinden dem vurmanın anlamı ne?
Bu da medeniyetler arası diyaloğu değil, Bush döneminde teoriden fiiliyata dökülmüş çatışma siyasetini sürdürmenin tâ kendisi değil midir?..
Bu çelişki yabana atılır cinsten değil.
Başkanlığa aday olduğundan beri Taliban ve El Kâide faktörlerine projektörleri tutan Obama, Pakistan’a yönelik askerî hamlelerin önünü açıyor. Nükleer silahlı tek Müslüman ülke olan Pakistan’ın bu gücünü, Taliban tehlikesini büyüterek tartışmaya açıyor.
TBMM’de, muhataplarına anlayacakları dilden mesaj vermek için; “Yangına körükle gitmemek gerek!” Türk atasözünü hatırlatan Obama, Afganistan ve Pakistan özelinde yangına körükle gidiyor.
Bir taraftan medeniyetler ittifakı diyeceksin, diğer taraftan bunu açığa düşürecek tehlikeli adımlar atacaksın, o zaman ittifak veya diyalog retoriğine kim inanır ki?..
NATO’nun kurulmakta olan yeni dünya düzeninin askerî gücü olarak konuşlandırıldığı açık. İslâm ve Batı meselesi, yeni misyonun en girift meselesi.
Bunun için de; “Türkiye’ye biçilen rol ne?”, “Nasıl bir Müslüman dünya öngörülüyor?” ve “Bunlar, bizim maslahatlarımızla ne kadar örtüşüyor?” soruları, bizi ilgilendiren önemli konular.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.