Olsak da uzaklarda yakin can gibiyiz...

Olsak da uzaklarda yakin can gibiyiz...

Değerli okuyucularım, bugün sizlerin karşısına, hayatı müddetince Allah’ın emirlerine uymanın gayretinde olmuş, bir başka ifadeyle, ömrünü bu uğurda harcamış bir büyüğümün, bir baba dostunun, zevkli sohbetlerinden arşivime aldığım bir anekdotla çıkıyorum..
Diş Hekimi Nuri Yılmazgil..
Bir gönül insanı..
Nuri abi diş hekimliğinin yanı sıra aynı zamanda kaside ve naat ustasıdır..
Maşallah, ilerlemiş yaşına rağmen hâlâ okur, hem de gençlere taş çıkartırcasına!..
Dr. Nuri Yılmazgil kış aylarını doğup büyüdüğü Konya’da, yaz aylarını ise Yalova’nın şirin beldesi Esenköy’de geçirir.. Biz de fırsatımız nisbetinde Esenköy’ün o pırıltılı ve rüzgarlı yaz günlerinde kendilerinden tarihi vesikaları dinleriz.. Nuri abiyle yalnız maziye seyahat etmeyiz elbette!.. Ne İlahiler, ne Kasideler ve de ne muhabbetler!.. Hele, Rast, Hüzzam, Hicaz, Nihavend, Saba ve daha başka makamlarda da Kanarya Camii’nde okuduğu Ezan-ı Şerifler adeta kulağımızın pasını alır gider..
Nuri abi işte böyle biridir..
Gelelim Nuri abiden dinlediğim ve sizlerin de ilgiyle takip edeceğinize inandığım 60 küsur senelik bir anekdota!..
Sene 1948..
Nuri Yılmazgil o tarihte İstanbul’da Diş Hekimliği Fakültesi son sınıfında talebe.. Genç olmasına rağmen aynı zamanda ilim sohbetlerinde ve Kur’an ziyafetlerinde de bulunuyor.. O tarihte onbeş gencin katıldığı bir hafızlık cemiyeti var.. O zamanki Reisülkurra, Üsküdar Selimiye Camii İmamı Varnalı Hamdi Hocaefendi, Beyazıd Camii İmamı Abdurrahman Gürses Hocaefendi, Fatih Camii İmamı Kastamonulu Ömer Hocaefendi, Kayseri Hunat Camii İmamı Mehmet Kuşçulu Hocaefendi, Gönenli Mehmet Efendi Hazretleri ve daha pek çok Ehli Kur’an, bu anlamlı günde Beyazıd Cami-i Şerifi’nde toplanmışlar!..
Nuri Yılmazgil’in sesi güzel olduğundan Abdurrahman Gürses Hocaefendi; “Siz de halakaya (halkaya) geliniz” der, Nuri abiye!.
Derken, Nuri abi de katılır meclise ve sıra geldiğinde başlar bir aşrı şerif okumaya.. Herkes huşû içinde dinler.. Ve cemiyet sona erer!..
Daha sonra Nuri abi üniversitedeki derslerine devam eder.. Ve birkaç gün sonra Reisülkurra Varnalı Hamdi Efendi ile üniversitede karşılaşır..
Elini öper ve kemal-i edeple sorar;
Buyrun hocaefendi, bir emriniz mi vardı?..
Var elbet, der Hamdi Efendi ve devam eder;
“Evlat, o gün sizi hafızlık cemiyetinde dinledim.. Okumanız hoşuma gitti, benim rahle-i tedrisimde bulunur musunuz?.. Size talim-i kıraat okutmak istiyorum!.”
Nuri abi çok duygulanmıştır.. Hemen kendisini toparlar ve “Hocam şu an son sınıftayım.. Üniversitedeki hocalarım da asistanlık teklif ediyorlar, ayrıca Konya’daki annemin ve babamın da bana ihtiyaçları var, eğer İstanbul’da kalırsam inşallah gelirim” der!.
Ancak okul bittikten sonra Diş Hekimi olan Nuri abi, Konya’ya gider ve iş gerçekleşmez.. Gerçekleşmez ama Nuri abi yıllar yılı o daveti unutmaz!.. Kimbilir, belki de içinde hicran olarak kalmıştır..
Evet değerli okurlarım; bu anekdottan alınacak çok pay var!.. Zamanımıza şöyle bir bakın, kimse kimseye değil parasız bir şey öğretmek, neredeyse selam bile vermiyor!.. Bir de o yıllara bakın!.. O zamanki hocaefendiler ilimi kıskanmadan insanların ayağına götürüyor ve mesaisini o uğurda harcıyor!..
Allah hepsinden razı olsun!..
Neticede bu küçük hikayeyi yine Nuri abimizin ağzından çokça dinlediğimiz Hicaz bir Gazel’le bitirelim..
“OLSAK DA UZAKLARDA YAKİN CAN GİBİYİZ..
SEVDALI BİRER CAN İLE CANAN GİBİYİZ..
AĞYAR NE BİLİR BİZDE YANAN ATEŞ-İ AŞKI,
SAHİLSİZ OLAN BİR DERİN UMMAN GİBİYİZ..”
Nuri Yılmazgil abime Allah’tan(cc) hayırlı ömürler diliyorum!..
¥
Bugünkü yazımı yine düşündürücü bir şiirle bitireyim.. Bu dünyada sadece Nuri abi gibi tevazu sahibi, saygılı, şefkatli, beyefendi insanlar yaşamıyor!.. Milletin hassasiyetlerine yabancı, asabiyeti yaşam biçimi yapmış, hasetlik denizinde yüzen kişiler de var!..
Bu şiir aynı zamanda bir “kıssadan hisse”.. Özellikle kibirlilere nasihat ediyor..
Küçük ırmakla büyük denizin hikayesi..
Okuyun, bakalım beğenecek misiniz?..
“Bir kıyıda küçük ırmak..
Coşkun coşkun çağlayarak..
Bir denize akıyordu..
Azametli büyük deniz,
Bu ırmağa bir gün sordu..
Dedi; niçin küçük ırmak,
Gece gündüz çağlayarak,
Bana doğru akıyorsun?..
Muhtaç mıyım suyuna ben?.
Bir eksiğim var mı senden?.
Niye böyle coşuyorsun?..
Cevap verdi küçük ırmak;
Sözüm, dedi dokunacak!.
Kibirlidir çünkü huyun..
Benden çok büyüksün gerçek!.
Yoktur fakat içilecek,
Bir damlacık tatlı suyun!..”
Netice-i kelam; “zarfa bakma mazrufa bak” demiş atalarımız!..
Ziya Paşa merhum da boş durmamış ve kuyruğunu dik tutup karşısındakini adamdan saymayanlara yıllar öncesinden ne de güzel cevap vermiş;
“En ummadığın keşfeder esrar-ı derunun..
Sen herkesi kör alemi sersem mi sanırsın?..”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi