Kur’ân okumayı teşvik eden pek çok hadisşerif vardır
Kur'ân'dan yüz çevirmek önce maddi ve lafzî olur. Onu okumamak; ülfet etmemekle olur. Ardından manasını anlamamak ve tavsiyelerine uymamakla devam eder. Kur'ân ile ülfetin yolu onu tanımaktan geçer. İnsan önce tanır, sonra sever. Önce sevip sonra tanımak da mümkün ise de aslolan önce tanıyıp sonra sevmektir. Kur'ân okumayı teşvik eden pek çok hadis-şerif vardır. Kur'ân-ı Kerîm'i okumak gibi başkasına okutmak da pek büyük bir ibadettir. Hz. Osman (R.A.) dan rivayete göre Resûlullah (S.A.V.): (Hizmet ve fazilet bakımından) Sizin en hayırlılarınız, Kur'ân-ı Kerîm'i öğrenen ve öğretenlerinizdir buyurdu. (Buhari, Fezailü'l-Kur'ân: 21, Tirmizi, Sevabü'l-Kur'ân: 15, Ebu Davud, Vitir: 14-19, İbn-i Mace, Mukaddime: 16, Darimi, Fezailü'l-Kur'ân: 2, Müsned-i Ahmed:1/57 58, 69, 153.)
Zira O, Allah ve Resûlü'nün halifesi (vekili) olmuş ve Allah'ın kullarına menfaatli (faydalı) olmuştur. Kulların Allah'a en sevimlisiyse, onlara menfaatli olanlardır. Fakat şunu da unutmayalım ki, öğrenme ve öğretme Kur'ân-ı Kerîm'in muktezasınca amel edilmek suretiyle gerçekleşir.
Bir müslümanın öğreneceği ilk şeyin Kur'ân olması gerekir. İlmini hangi alanda yaparsa yapsın, hangi sahanın mütehassısı olursa olsun müslümanlar için bu gerçek değişmez. Günümüzde bazı ülkeler ve bazı müslümanlar için durumun böyle olmadığı gerçeği de bu asıl gerçeği değiştirmez.
Kur'ân'ı öğrenmek, her şeyden önce onu kaide ve kurallarına göre okumayı öğrenmek demektir. Fakat onu okumayı öğrenmenin, bilgisine ve ilmine sahip olmak anlamına gelmediğini kabul etmemiz gerekir. Ancak bu durum, Kur'ân'ı okumayı öğrenmenin bir fazilet ve hayır oluşuna engel teşkil etmez. Çünkü Kur'ân'ı sadece okumanın da sevap ve mükafatı olduğu sevap ve mükafatın sadece bir ibadetin, bir taatin ve hayır olan bir davranışın karşılığı olduğunu biliyoruz. Kur'ân'ı öğrenen kişinin gayesi Allah'ın rızasına ulaşmak, Kur'ân'ın ahkâmı âdâbı ve ahlâkı ile amel etmek olunca, bu faziletlerin ve hayırların en büyüğü sayılır.
Dinimizin bize öğrettiğine göre, bir müslümanın hak ve vazifesi sadece kendisinin bilip öğrenmesi değil, aynı zamanda bilip öğrendiklerini başkalarına da öğretmektir. Bir kimsenin öğrendiği ilim onun yaşayışına yansımazsa, hayatını etkilemezse, o din nazarında ilim sayılmaz. Bir kimse ne kadar bilgi sahibi olursa olsun, şayet Allah'a isyan içindeyse o cahil sayılır. "Olgun insan" İlmini ve bilgisini yaşayışına uygulayan kimse, kendi şahsı açısından kâmil, yani olgun, kendinden başkaları için de mükemmil, yani onları olgunluğa ulaştırıcı nitelikte bir kimsedir. Böyle bir insan mü'minlerin en üstünü olma şerefine ulaşır. Sahih bir hadiste bildirildiğine göre, Kur'ân'ı okuyup onun ilmine sahip olan ve gereğiyle amel eden kimse, yakınları arasında adeta nübüvvet mertebesine ulaşır. Şu kadar var ki ona vahiy gelmemektedir. (Zahidi, İthafü'ssâde, IV, 466, Mütteki el-hindi, Kenzü'l-ummal, 2347) Sözlerin en hayırlısı Allah'ın sözü olduğuna göre, peygamberlerden sonra insanların en hayırlısının Kur'ân'ı öğrenen ve öğretenler olması tabiidir. Ancak hem öğrenmenin hem öğretmenin sadece Allah rızasına yönelik olması gerekir. Çünkü insanların bir şeyi öğrenmek ve öğretmekten maksatları çok çeşitli olabilir. Kimileri bunu sadece araştırma incelemeye yönelik kuru bir bilgi gayesiyle, kimileri maddi çıkar sağlama veya insanlar nazarında bir mevki ve makam elde etme amacıyla ve benzer sebeplerle yapabilirler. Bunların hiç birinde hadiste kastedilen fazilet ve hayır söz konusu edilemez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.