Dağdakilere havuç, cemaatlere sopa politikası

Dağdakilere havuç, cemaatlere sopa politikası

Biri PKK’lılara mülâyemetle yaklaştı mı yere göğe sığdıramıyorlar. Başbuğ Türkiye vatandaşları dedi ya, artık neredeyse en büyük reformcu ilan edilecek. Oysa bundan tam 30 yıl önce Bülent Ecevit de ısrarla Türk milleti demekten kaçınmış, Türkiye halkları demişti. Onun için Marksistler Sokak, sokak halklara hürriyet diye bağırıp ortalığı savaş yerine çeviriyorlardı.

Bu kadar zaman sonra aynı sözün birazcık nüans farkıyla Başbuğ tarafından söylenmesi aslında çok fazla anlam ifade etmiyor. Ama DTP’lilerin, Marksistlerin, Sosyalistlerin tezlerine biraz yaklaştı ya kaç gündür düğün bayram ediyorlar.

Genelkurmay başkanı belli ki olaylar karşısında acı çeken biri. Onun için kendince çareler bulmaya çalışıyor. Konuşmasını bunun için daha çok Güneydoğu olaylarına, Kürt-Türk meselesine ayırmış.

Ama unuttuğu bir şey var. Onca batı’lı, özgürlükçü düşünce adamına atıftan sonra gelip her şeyi Atatürk’te düğümlemesi tüm entelektüel çabalarını bir anda yerle bir ediyor. Yani vurgu yaptığı düşünürler üzerinde durulan konu hakkında Atatürk’le paralel düşündükleri için bir anlam ifade ediyorlar. Aksi takdirde hiç birinin bir anlamı yok.

Söz gelimi, Atatürk Türkiye halkları tabirini kullanmasaydı, bu kavram kim tarafından dile getirilmiş olursa olsun Başbuğ tarafından tedavüle sokulmayacaktı. Diğer yandan Atatürk’ün ne mutlu Türküm diyene vecizesini de unutmamak lazım. Bir dönem Atatürk’ün Türkiye hakları tabirini kullanması başka zaman dilimlerinde ısrarla kullandığı Türk milleti tabirlerini ortadan kaldırmıyor.

Temel çelişki şudur, bir taraftan dünyanın değiştiğini söyleyip, bir taraftan da belli ideolojik şablonlara bağlı kalarak düşünce üretmek. Bugünün dünyası ile Atatürk’ten apartılan şablonların hiçbir alakası yoktur. Bu düşünce kalıplarını zorlama yorumlarla güncellemeye çalışmak da fayda vermez. Atatürk’ü bulunduğu çağda bırakmak bilimsel düşüncenin ruhuna daha uygundur. Zira her olaya Atatürk’ten bir vecize aramak Atatürk’e de, bunu yapanlara da fayda getirmiyor.

Diğer taraftan Başbuğ onca zihinsel çabaya, barışçı üsluba rağmen sıra cemaatlere gelince bir den bire şahinleşerek TSK cemaatlerle mücadele edecek diyerek geleneksel çizgiye dönüyor. Ordunun yasalarla çizilen ve cemaatlerle mücadele etmesine amir bir düzenleme mevcut değil. Vatan, vatandaştan değil, düşmandan korunur. Ordu din düşmanı değil dedikten sonra birden bire celallenerek, TSK cemaatlerle mücadele edecek demek, baştaki sözü de anlamsız hale getirmektir.

Artık insanlar eskisi gibi söze bakmıyor. Kimin ne düşündüğünü yaptığı işlere bakarak değerlendiriyor. Anlatılan her masala, söylenen her ninniye inanmıyor. Başbuğ, din ve dindarlarla ilgili o kadar güzel sözden sonra, dindarların güç birliği anlamına gelen cemaatlerle ilgili söyledikleri samimiyeti hususunda şüpheleri tevlit ediyor. Bugün bir inancı yaşamak artık neredeyse ancak bir cemaat içinde olmakla mümkün. Cemaatten ayrılanın bütün iyi meziyetlerinin kolayca aşındığı, dejenere olduğu bir çağda yaşıyoruz. Cemaat olma tek kal demek, yavaş, yavaş bulunduğun iman mihverinin dışına çık demektir. Müslüman’ı ve Müslümanlığı seven onun cemaatini de sever. Peygamberi sevip, onun yüce ashabını sevmemek mümkün mü hiç. Başbuğ bizden onu istiyor, namazı sev camiyi sevme diyor mesela. Mevlana’yı sev onu çıkaran sosyal çevreyi sevme diyor mesela. O çevre, o iman zemini olmayınca Mevlana’nın da olmayacağını bilmesi lazım Başbuğ’un. Hülasa, Başbuğ’un konuşması dağdakilere havuç, cemaat mensuplarına sopa gösteren bir konuşmadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi