Anayasa Mahkemesi meşru mu?
Anayasa Mahkemesi Başkanı sayın Haşim Kılıç Mahkeme’nin kuruluş yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşmanın bir yerinde mealen şöyle diyor: Anayasa Mahkemeleri, halk iradesi sonucu ortaya çıkan yasama ve yürütme organlarını sınırlandırmak amacıyla kurulmuşlardır ve meşrulukları da temel hak ve özgürlükleri korumak amacıyla çoğunluğun iktidarını sınırlandırma işlevinden kaynaklanır.
Bu ifade, anayasa mahkemelerinin meşruluğuna ilişkin olarak literatürde hakim olan görüşe uygundur. Bu görüşe göre, ‘çoğunluk-karşıtı’ veya -Alexander Bickel’in deyimiyle- demokraside bir ‘sapma’ niteliğindeki bir kurum olan anayasa yargısının demokratik bir sistemde varlığını meşrulaştıran temel neden, insan haklarını çoğunluk iktidarlarının baskıcı eğilimleri karşısında korumaktır.
Gerçi, son yıllarda siyaset ve anayasa literatüründe anayasa yargısının hür ve demokratik toplumun gerekleriyle bağdaşmadığını ileri süren güçlü bir akım vardır. Meselá, epey bir süredir anayasa yargısının meşruluğunu sorgulayan siyaset ve hukuk teorisyeni Jeremy Waldron The Yale Law Journal’da 2006 yılında yayımlanan uzun makalesinde bu kurum lehine ileri sürülen kanıtların hiçbirinin -onun çoğunluk diktatörlüğüne karşı bir güvence olduğu iddiası dahil- ikna edici olmadığını ayrıntılı bir şekilde göstermiştir. Ama şimdilik meselenin bu yanını bir yana bırakıp sayın Kılıç’ın ifadesinden çıkan temel bir sonucu Türkiye bağlamında ele almak istiyorum.
Şimdi, anayasa mahkemelerini meşrulaştıran temel neden, onların temel hakları koruyacak şekilde seçilmiş kurumları sınırlandırmaları ise, o zaman bu işlevi yerine getirmeyen bir anayasa mahkemesinin meşru olmadığını da kabul etmek gerekir. Gerçekten de öyle olmalıdır. Çünkü, bu kurumlar kamu işlerinin demokratik mekanizmalar yoluyla karara bağlanması ilkesinden açık birer sapma niteliğindedirler. Öyleyse, bu ‘sapma’yı haklı gösteren neden ortadan kalkınca, söz konusu kurumların da artık var olmaması gerekir.
Peki, Türk Anayasa Mahkemesi’nin eğiliminin gerçekten de kişilerin temel haklarını korumak olduğu söylenebilir mi?.. Bu mahkemenin içtihadıyla ilgili yirmi yılı aşkın bir sürelik gözlemlerim bu soruya olumlu cevap vermeyi benim için maalesef imkánsız kılıyor. Tam aksine, Anayasa Mahkemesi’nin genel eğilimi, cüz’i bazı istisnalar dışında, devletin otoriter yapısını insan hakları karşısında tahkim etmek yönünde olmuştur. Mahkeme’nin ‘milliyetçilik’ ve ‘láiklik’le bağlantılı konularda verdiği ve siyasi partilerin kapatılmasıyla sonuçlanan kararlar bu yargımı doğrulayan tipik kanıtlardır. Bu kararlar aynı zamanda Türk Anayasa Mahkemesi’nin sadece sivil haklar için değil siyasi haklar veya demokratik katılım hakları bakımından da sakıncalı bir şekilde işlediğini göstermektedir.
Esasen, Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’nin kurulmasının amacı tam da budur. Bu kurum, devlet seçkinlerinin bir karar-alma mekanizması olarak demokratik yöntemlere duydukları güvensizliğin sonucu olarak ve devlet odaklı milliyetçi-láikçi statükonun değişmezliğini garanti etmek amacıyla kurulmuştur. Bu bakımdan, anayasal bir kurum olarak Milli Güvenlik Kurulu’nun kurulmasıyla Anayasa Mahkemesi’nin kurulması arasında temel saik bakımından bir fark yoktur. Nitekim, Anayasa Mahkemesi’nin genel çizgisi de, kuruluş amacına uygun olarak, demokratik siyaseti insan hakları lehine değil, ‘bürokratik yönetim’ ve ‘hikmeti- hükümet’ lehine sınırlamak olmuştur.
Bu şu demektir: Sayın Kılıç başında bulunduğu mahkemenin varlığını meşrulaştırmak isterken, tam da bu kurumun altını oyacak bir akıl yürütme biçimi kullanmıştır. Ama ben kendisine katılıyorum: Mevcut işleyişiyle Anayasa Mahkemesi siyasi meşruluğunu yitirmiştir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.