Mesele aslında basit...
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin 64. Genel Kurulu'nda konuşan Başkan Rifat Hisarcıklıoğlu, ekonomik durumla alakalı çeşitli değerlendirmelerde bulunduktan sonra; krize rağmen rekor karlar açıklayan bankaların, reel sektörün üzerine üzerine gidiyor olmasını eleştirmiş ve 'iç tüketimi canlandırmak üzere düşük gelir grubuna yönelik olarak harcama çeki verilmesi' talebinde bulunmuş.
Ekonomik krizle baş etmek için uğraşan ülkelerin bazılarında başvurulan, iç talebi canlandırmak için düşük gelir gruplarına harcama çeki verilmesi yöntemi, özellikle Türkiye açısından çok önemli.
Önemli, çünkü dünyada gelir dağılımındaki adaletin Türkiye kadar bozulduğu ülke sayısı çok fazla değil.
Mahalli seçimler öncesi, krize karşı alınacak tedbirler cümlesinden olmak üzere hükümet yetkilileri tarafından da benzer bir açıklama yapılmış ve düşük gelir gruplarını rahatlatmak için harcama çekleri verilebileceği belirtilmişti.
Bu açıklamada telaffuz edilen rakamlar, 200-300 TL gibi, komik denilecek derecede düşük olsa da, ihtimal IMF'nin itirazı sebebiyle bir daha gündeme getirilmedi.
Sabit ve dargelirli kesimin milli gelirden aldığı payın, özellikle son senelerde gittikçe azalması, ekonomik krizin bize özel taraflarının en önemli sebeplerinden.
Gelirleri gittikçe azalan kesimler alışverişten uzaklaştıkça esnaf zora düşüyor ve esnafın zora düşmesi de, üretimdeki yavaşlamayı tetikliyor.
İşsizlere yeni işsizler katılıyor; sayı ve oran gittikçe yükseliyor.
Kepenklerini kapatmaya mecbur kalanları, kepenklerini kapatmaya hazırlananlar takip ediyor.
Ekonomik krizimiz sürüyor yani...
Olumsuz gelişmelerin birbirini takip etmesinin neticesi de, bizim halimiz.
Global krizin Türkiye piyasalarına doğrudan etkisi ihracattaki talep düşüşü ile başlamış olsa da, bundan öncesi, 'krizin psikolojik etkisi' de denilen, alışverişlerdeki olağandışı düşüşle alakalı. Bunun sebebi de malum; insanların alışveriş yapacak imkanlarının gittikçe azalması.
ABD'de başlayıp dünyayı ve bu arada 'teğet geçmeyip' bizi de etkileyen gelişmelerin zincirleme etkisi daha da devam edeceğe ve tabandakileri de rahatlatabilecek ciddi tedbirler alınmadığı takdirde, daha derin yaralar açılacağa benziyor.
Krizle ilgili tedbirler sadedinde şimdiye kadar atılan adımlar, bazı rahatlamalar sağlasa da, bu kısmi rahatlamanın 'tuzu kuru' kesimlerde olduğu ve tabana yayılmadığı; tabana yayılmayan tedbirlerin de çok fazla işe yaramayacağı malum.
Hükümette kan değişikliği olarak yorumlanan kabine değişikliği sonrasında, gidişatı lehimize çevirip, bundan sonraki kötü gelişmelere set çekebilecek değişik adımlar atılacak mı, bilmiyoruz. Ancak bu türden adımlara şiddetle ihtiyaç olduğu açık.
Ülkemiz ekonomisindeki olumsuz gelişmelerin, iplerin IMF'nin elinde olması ile yakından alakalı olduğu ve deneye yanıla doğruyu bulmaya çalışan bu kuruluşun, Türkiye'yi kendisi açısından bir laboratuar kabul ettiği şeklindeki yaklaşım, ekonomik konulara kafa yoranların büyük bir bölümünce kabul edilir.
IMF'nin ülkemiz ekonomisini bile bile zora soktuğu ve ülkemizin kendi ayaklarının üzerine kalkmasını önleyecek türden adımların atılmasını sağladığı şeklindeki yorum ise, biraz komplo teorisi kokuyor olsa da, gittikçe yayılmaya başlayan bir kanaat haline geliyor.
IMF'nin tefecilerin tahsilatçısı konumunda olduğu, aracılık ettiği borçların öncelikle faizlerinin ve ardından da ana paralarının sağlıklı bir şekilde ödenmesinden başka bir şey düşünmediği ve bütün politikalarını bu şekilde tesbit ederek; sosyal konulara zerre kadar itibar etmediği şeklindeki görüş, gelişmelere bakıldığı zaman rahatlıkla benimsenecek bir görüştür.
O zaman mesele basitmiş gibi görülüyor:
Yenilenen kadrosuyla iktidar, IMF'ye 'güle güle' demenin ve kendi ekonomik politikalarını kendisi tesbit edip, ülkeyi sıkıntılardan kurtarmanın yolunu bulmalı...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.