PKK ve barış çağrılarının anlamı
PKK söz konusu olunca bazıları bilinçli olarak kendini körleştiriyor. Milliyet’te Hasan Cemal’in, Terör örgütünün ikinci adamı Murat Karayılan ile bir mülakatı yayınlandı. Cemal, gazeteci olarak önemli bir iş başarmış, ama Karayılan ile öyle konular konuşmuşlar ki, sanki karşısında binlerce vatan çocuğunun kanlı katili değil de, önemli bir siyaset adamı duruyor. Karayılan da fırsatı kaçırmamış, darbe sever çevrelerin hassasiyetlerini bildiği için sözü irtica ile Gülen’e getirerek onların gururlarını okşayacak sözler söylemekten kaçınmamış. Yakında Apo’ya da ne olacak bu memleketin hali yahut ne olacak bu irtica’nın hali diye sorarlarsa şaşmamak lazım. Burası Türkiye kimin eli kimin cebinde belli değil. Kim hain, kim vatansever, kim suçlu, kim masum her şey birbirine karışmış…
Karayılan’ın Hasan Cemal’e barış istiyoruz beyanından sonra,mesajı alan Ahmet Türk de dün bir açıklama yaparak PKK’nın barış istediğini beyan etti. Aynı çanaktan yemlendikleri, aynı pisivara’a bevl ettikleri peş peşe yapılan açıklamaların paralelliğinden belli. PKK ne istiyorsa bunu, Ahmet Türk’ün beyanlarından öğrenmek mümkün.
Terörle mücadele, askeri, polisi, gazetecisi, halkıyla top yekün verilmesi gereken bir mücadele. Terör, ciddiye alınmak, muhatap alınmak için başvurulan bir yol. Nitekim yıllardır hem PKK, hem onun hempaları Öcalan’ın muhatap alınması gerektiğini söyleyip durdular. Terörle pazarlığa oturmak, onların yaptığı her türlü cinayetin haklılığını kabul etmektir. Onun için hiçbir ülke elinde silah olanlarla masaya oturmaz, onlarla hesabını silahlarla görür.
Asker bazı eksiklerine rağmen bu hesabı görmek için elinden geleni yapıyor. Bugüne kadar Türk toplumunda vatanın bütünlüğü, bölünmezliği noktasında en küçük bir tereddüdün bile oluşmaması bu mücadelede başarıyla çıkılacağına duyulan bir güvenin neticesidir. Ancak aynı hassasiyeti medyanın gösterdiğini söylemek mümkün değil. Dağa çıkanın niçin çıktığını anlamaya çalışmak, onları silahsızlandırmak için gayret sarf etmek anlaşılabilir bir durumdur. Ancak, ülke meselelerini binlerce insanın kanını içmiş bir teröristle oturup konuşmak, iç siyasetle ilgili görüş ve düşüncelerini almak tam bir ahmaklıktır. Teröristle Türkiye’nin problemlerini konuşmak onu adam yerine koymak, tam da onun terör yoluyla yapmak istediğini yapmaktır.
Son otuz yıldır Türkiye için hiçbir problem PKK kadar yıpratıcı olmamıştır. Ama hiçbir örgütte PKK kadar medyadan dolaylı destek görmemiştir. Bir dönem sırayla beka vadisine gidip Apo ile röportaj yapmak için sıraya girenleri, Apo’ya beraber siyaset yapmayı teklif edenleri bu ülke daha unutmadı. Asker karlı dağlarda canını dişine takarken, kanını ülke için oluk, oluk akıtırken medyanın İpçileri, ipsizleri köşelerinde devletle terör örgütünü eşitleyen tarzda barış çağrıları yapıyorlardı. PKK her defasında medyadaki bu sempatizanların moral desteği ile ayakta durdu. Askerin vurduğu her darbeden sonra bu gizli destekçilerin moral motivasyonu ile kendine geldi.
Terör ve akan kan tabi ki durmalıdır. Ama PKK’ya kesin, ölümcül darbe vurulmadan yapılacak her açılım –zorunluluk ve çaresizlik-olarak algılanacağı için Türkiye’nin aleyhine olacaktır. Terörü yenemediği için bazı açılımlara mecbur olmuş bir ülke imajı ileride yeni terör eylemlerinin teşvikçisi ve tetikleyicisi olur. Barış diye bağıranların çoğu, akan kanı durdurmak için değil, aslında başka çareniz yok, buna mecbursunuz diye bağırıyorlar. Bugün barışa mecbur olmak, yarın başka mecburiyetleri de getirir. Mecburi barış mağluplar içindir çünkü.