Endülüs'ü yeniden düşünmek
GIRNATA- Endülüs medeniyeti üzerine yazılıp çizilenler genelde medeniyet bilincinden yoksun geçmiş özleminden ibaret kalır. Bir medeniyete dökülen bunca ağıta rağmen "medeniyet idraki"nden yoksun olması müslümanlar için ironik bir durumdur.
Endülüs yeterince kavranmadığı içindir ki onun düşüşten sonraki serancamı yeterince bilinmez. 1492 bir düşüşün miladı olmaktan öte bir unutuşun tarihidir aynı zamanda. 1492 yılını hatırlamamız biraz da buradan sürülen Yahudiler sayesindedir. Yahudilerin Osmanlı topraklarına gelşlerininn 500. yılı nedeniyle Endülüs hatırlanır gibi olsa da bir medeniyeti omuzlayan Müslümanların akıbetine dair hiç bir soru işareti yoktur kafamızda.
Oysa Endülüs düştükten sonra orada çok büyük sayıda Müslüman nüfus kaldı. Bunların toplu olarak son kez sürülüşlerinin 400. yıldönümü bu yıl. 1609 yılında 800 yıl hükmettikleri, önemli kısmı İslamı seçen oranın yerlisi olan Endülüs bakiyesi Müslümanların İspanyadan sürülmelerine kadar geçen süre içinde yaşadıkları acılardan, bir tür soykırıma dönüşen baskılardan habersiziz. Oysa 1492 ile 1609 yılları arasında zorla hristiyanlaştırma ve engizisyon mahkemelerinde işkence ve ölümler karşısında sürdürülen bir direniş vardır. Bu süre zarfında yer yer segilenen direnişlerin yanısıra iki büyük isyan hareketi Endülüs tarihinin önemli bir parçasıdır.
Gırnata düştükten sonra zorla hristiyanlaştırılmak istenen ve her türlü İslami ibadetin yasaklandığı dönemde engizisyonda yargılanmak için gösterilen gerekçeler arasında yıkanmanın ve boğazlanmamış hayvan eti yememenin yeterli olduğunu hatırlatmak bile yaşanan acıların boyutuna dair fikir verebilir; 1609'da topluca sürülenlerin 1 milyon kadar insan olduğu düşünülürse yaşanan dramın çapı hakkında fikir edinilebilir.
Gırnata'da dün başlayan, üç gün sürecek bir toplantıda "moriskolar"ın (hristiyan yönetimi altında kalan Müslümanlara İspanyolların verdiği isim) sürülmeleri ve hristiyan yönetim altındaki konumları tartışılıyor. Bu arada İspanya'nın yaptıkları haksızlıktan dolayı yahudilerden özür dilediğini ama asıl zulmü yaşayan Müslümanlardan henüz özür dilemediğini hatırlatmakta yarar var.
Bu arada büyük sürgüne rağmen kendisini gizleyerek varlığını koruyan Müslümanların olduğu da bir gerçek.
Serin Gırnata akşamında bir masa etrafında İspanyol asıllı Müslümanlarla konuşurken adeta tarihin akışının değişmekte olduğu hissine kapıldım. Gecenin karanlığında başımızın üstünde gökte asılı yanan bir meşale zinciri gibi duran El Hamra sarayına bakarken, dinlediğim hidayet öyküleri aslında bir medeniyet bilincinin yeniden dirilişinin işaretleri gibiydi. Kendisi bir zamanlar ünlü bir müzisyen olan Endülüslü Müslüman "Fas'a ilk gittiğimde duyduğum müzikle çocukluğumda köyümde duyduğum müziğin aynı olması yaşadığım ilk şok oldu" diyor. Daha sonra sufi Müslümanların okuduğu ilahilerin ritmine kapılarak Müslüman olduktan sonra, çocukluğunun geçtiği köyü ve oaradaki gelenekleri tekrar hatırlamaya çalışınca köyünün aslında Müslümanlığını gizleyerek varlığını sürdürmüş bir müslüman köyü olduğunu keşfediyor. Ninelerinin gizli gizli çocuk ruhuna üfledikleri duaların Müslümanlıktan başka bir şey olmadığını keşfediyor. Ve ilave ediyor, 20. yüzyılın başına kadar pek çok Endülüs köyü Müslüman olduklarının bilincinde olarak gizlice müslüman kalmayı başardılar.
Endülüs'te yaşanan dram iki medeniyetin dünya tasavvurunun, öteki ile olan ilişkilerinin karakteristik özellikleirni ele vermesi bakımından önemli. Bunu kavrayabilmek için Endülüs İslam medeniyeti kadar düşüşten sonra orada yaşananlara bakmak gerekir. Bu anlamda moriskoların yaşadığı baskı ve buna karşı direnişleri, bu direnişin üstü örtük biçimde bu günlere kadar nasıl geldiğine dair paylaşacak çok şey var. –İmkan olursa bu konuyu tekrar ele almanın ufuk açıcı olacağını düşünüyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.