Mücahid merkezi Pakistan’ın terör merkezine (!) dönüşme serencamı
Son yazımızda, istikrarsızlığa sürüklenen Pakistan’ı ele almıştık. Kaldığımız yerden devam edelim.
Sosyalist blokla kapitalist blok Afganistan zemininde ama daha geniş çevrelerin de katılımıyla kozlarını paylaşmaya soyunmuştu. Hesaplaşmanın askerî merkezi Afganistan, lojistik merkezi ise Pakistan’dı.
Uzun soluklu ve yıpratıcı bir gerilla savaşının Rusları dize getireceği hesaplanmıştı. Strateji doğru belirlenmişti. Zira Kızıl Ordu’yla düzenli bir savaşı kimse göze alamazdı, öyle bir savaşın gâlibi de olmazdı.
Gerilla savaşı için en önemli unsur, kavgasına kendisini adamış insan unsurudur. Afgan halkının savaşcı mizacı, dinine ve geleneklerine bağlı özelliği bunun için biçilmiş kaftandı. Afgan halkını motive edip cihadı organize edecek yerel İslâmî hareketlerle Pakistan istihbaratı, ordusu ve Cemaati İslâmî gibi dinî organizasyonlar temas hâlinde olacaktı.
Amerika’nın liderliğini yaptığı Batı, bütün müttefik güçlerini, medyayı, sivil örgütleri ve hatta Hollywood’u Soğuk Savaş’ı bitirmek için seferber etmişti. Yeni dünya düzenine giden yol haritası, Müslüman potansiyeli kullanmaya, sonrasında da tasfiye etmeye mebnîydi.
Müslümanlar da kendi önceliklerine göre hareket ediyordu. Kızıl Ordu’nun işgaline uğramış Afanistan kurtarılmalıydı. Aksi takdirde bu işgalin bir adım ötesi ya Pakistan ya da İran olacaktı. Ne yerel ne de küresel Müslüman irade buna sessiz kalamazdı. İslâm fıkhının hârici işgale karşı “cihad” öğretisi de fiili bir direnişi kaçınılmaz kılıyordu. Buna, dünya Müslümanlarının ideallerini realize edecekleri bir devlete sahip olma arzularını da eklediğimizde, Sovyet Rusya’yı çökertmek isteyen küresel irade ile Müslüman irade bir ittifak hattında buluşuyordu; kerhen, dolaylı ve de geçici olarak...
Bu konuda Usame Bin Laden El Cezire kanalında yayımlanan bir röportajında önemli açıklamalarda bulunmuştu. Röportajı yapan gazeteci mealen; “Ruslara karşı Amerika ile ittifak ettiniz, şimdi ise ABD sizi terörist ilan etmiş durumda. Kullanıldığınızı düşünüyor musunuz?” sorusuna şu cevabı vermişti:
“O zaman da ABD’nin düşman olduğunu ve birgün mutlaka hesaplaşmak durumunda kalacağımızı biliyorduk. Konjonktür bizi farklı kanallardan bazı alanlarda beraber hareket etmeye zorladı. Bu aynen Rum sûresinde anlatılan Hz. Paygamber’in Ehl-i Kitap olan Rumları putperest Farisilere karşı desteklemesine benzer. Efendimiz, gelecek yıllarda Rumlarla da hesaplaşmanın kaçınılmaz olduğunu biliyordu ve nitekim de öyle oldu. Kesişen yollarda dirsek temasında bulunmak, kullanılmak anlamına gelmez. Herkes kendi hedefleri doğrultusunda mücadele etmektedir. Biz Rusları Afganistan’dan çıkarmaya çalışıyorduk. Onlar da Rusları orada bitirmeye.”
Batı’nın ne yapmak istediği açıktı aslında. Ancak, Müslüman kanaat önderlerinin burada eleştirilecek bir noktası, bana göre, Batı’nın Rusların hezimetinden sonra Müslümanların aleyhine kurguladığı tezgahı hafife almaları ve gerekli tedbirleri almamalarıydı.
Tekrar konuya geri dönecek olursak Pakistan, Peşawer şehri başta olmak üzere topraklarında birçok mücahid evlerinin açılmasına onay verdi. Bu merkezlerde dünyanın farklı bölgelerinden gelen Müslüman gençler ağırlanıyor, eğitim ve cihad amaçlı oluşturulan kamplara güvenli yollardan gönderiliyorlardı. Tabiî bu saf gençlerin pasaport bilgileri gizli olarak o merkezlere yerleştirilmiş olan Pakistan, Arap vesâir istihbarat elemanları tarafından bağlı bulundukları ülkelere geçilmekteydi. Bunlar da Amerika ile paylaşılırdı. Yani Afgan cihadına katılmış gençlerin önemli kısmının gerçek kimlik bilgileri hem kendi ülkelerinde hem de ABD’de ileride kullanılmak üzere arşivleniyordu.
Heyecanlı gençlerin Afganistan’a gitmelerini teşvik ve organize etmek üzere birçok yola başvuruluyordu. Meselâ, Suudi Arabistan, aracı kurumlar vasıtasıyla Afgan cihadına 6 ay süresiyle iştirak etmiş mücahidlere umre yapmak için vize ve bedava gidiş dönüş uçak bileti veriyordu.
Pakistan’a giriş çıkışta, oturum izni almakta fazla sıkıntı yaşamayan, Afganistan’a rahatlıkla girip çıkan bu gençler çoğu yerde kahraman gibi karşılanıyorlardı. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle start alacak kendilerine kurulmuş tuzaktan haberleri yoktu. O dönem ABD siyasi söyleminin ve uluslararası medyanın “mücahid” diyerek iltifat ettikleri bu gençler, beklenilen görevi ifa ettikten sonra, hem kendi ülkelerinde hem de ABD tarafından terörizmin kara listesine kaydedilecekti. Bunların çoğusu ortada kalmıştı. Hiçbir yere gerçek kimlikleriyle gidemiyorlardı. Zor günler onları bekliyordu.
Büyük hayâl kırıklığı yaşayan dünün mücahid ama bugünün terörist gençleri cihad döneminde edinmiş oldukları savaş tecrübelerini kendilerine hayat hakkı tanımayan ülkelere yönelik kullanmaya zorlanıyorlardı.
1994 olacaktı, cihada katılmış ama ortada kalmış birkaç Mısırlı genç, Mısır konsolosluğuna bomba yüklü bir arabayla intihar eylemi gerçekleştirmişlerdi, hem de İslâmabad’da. Pakistan’ın aşırı dediği İslâmcılarla savaşı başlamıştı...
• Devam edecek...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.