Biraz fazla açılmadık mı?..
Askerliğimi yedek subay olarak yaptığım 80'li yıllarda, şehrin hemen dışında bulunan bir kontrol noktasına giderken, yoldan geçen bir TIR'a binen askerin başına gelenler, beni çok üzmüştü.
Asker, farkına varmadan Bulgar plakalı bir TIR'a binmişti ve epey sıkıntı çekti. Neler olup bittiğini anlayabilmiş değildi ve galiba hiç de anlayamadı.
Eski zamanlarda alabildiğine 'kapalı' idik...
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün Asya tarafına geçtiğinizde, arabanızı durdurup yanınızdakilerle bir hatıra fotoğrafı çektirmeyi denediniz mi hiç?
'Ne lazım?' diye soracaksanız, ayrı mesele.
Ama diyelim ki, Türkiye'nin önemli yapılarından birisi olan köprünün yanında fotoğraf çektirmeyi canınız çekti ve deklanşöre bastınız. İhtimal, az sonra birileri gelip, burada fotoğraf çekmenin yasak olduğunu söyleyebilir size.
En azından bir süre öncesine kadar öyle idi.
Askeri bölgelerin yanından geçerken görüp durduğumuz, 'fotoğraf ve film çekmek yasaktır' şeklindeki uyarılar hâlâ duruyor.
Teknolojinin alabildiğine geliştiği ve uzaydan sokakta yürüyen insanların vesikalık fotoğraflarının bile çekilebildiği bir zamanda, 'bu ne korumacılık?' sorusu belki haklı olabilir.
Ama hassasiyet hassasiyettir ve fazla zarar vermediği sürece fazla problem de olmaz.
Yani Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nü fon olarak kullanıp fotoğraf çektirmeseniz de olabilir.
Günümüzde, bir yandan eski usül korumacılık anlayışı hükümranlığını sürdürürken, bir yandan da akıl almaz değişikliklerle karşılaşıyoruz.
Yeni nesiller açısından problem olmasa bile, yaşını başını almış olanlar için, şaşırtıcı gelişmelerdir bunlar.
Hayatı anlamaya başladığı andan itibaren, bazen haddini aşan tedbirlerle haşır neşir olmuş insanlar, vaktiyle kendilerine boşuna sıkıntı çektirildiğinin farkına varmanın kızgınlığının yanında, çocuklarının ve torunlarının bundan sonra çekmeyeceğini bilmenin de rahatlığını yaşıyorlar herhalde.
Ama Türkiye'nin Suriye ile sınırını oluşturan 510 kilometre uzunluğunda ve 300-350 metre derinliğindeki mayınlı araziyle ilgili gelişmeler, doğrusu 'biraz fazla açılmadık mı?' sorusunu sorduruyor.
Malum bu arazide 600 bin civarında antipersonel kara mayını var ve bunların temizlenerek, toprakların tarıma açılması sözkonusu.
1950'li yıllarda bunların neden o bölgeye yerleştirildiği ve bu zamana kadar neden durduğu, ayrı bir mesele.
Oldukça verimli olduğu bilinen bu toprakları mayınlardan temizleme kararı alınması, çok güzel bir hareket.
Ama mayınları temizleme işinin Türkiye tarafından yapılmayıp, başkalarına verilecek olması, doğrusu çok tuhaf.
Askeri konulardaki tutuculuğumuzun eskisi kadar olmaması, belki bazı açılardan güzel. Ama mayınların temizlenmesi, bir yönüyle askeri sır kapsamında bir mesele değil midir?
Bölgeye mayın yerleştirilmesi işi 1950'li yılların ortalarında başladığına göre, bu mayınları yerleştirme işini İsrailliler yapmış olamaz.
Mayınları temizlemenin temel şartı, yerleştirme mantığını bilmektir ve bunu bilen de TSK'dır.
Mayınları yerleştiren, haritasına krokisine sahip olan TSK'nın yapamayacağı söylenen bu işi, İsrail nasıl yapacaktır acaba?
Çok verimli olduğu söylenen bu toprakların İsrailli firmalar tarafından 49 yıl boyunca işletilecek olması da, ayrı ve ciddi bir mesele.
Sınırlarını, vatandaşları dolaşmasın diye mayınlarla dolduran bir anlayıştan, 510 kilometre uzunluğundaki sınırını başka bir ülkeye tahsis edebilecek noktaya gelinince; insan, ister istemez 'biraz fazla açılmadık mı?' sorusunu sormadan edemiyor...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.