Ahmet Varol

Ahmet Varol

O topraklar mü’minlere vaat edilmiştir

O topraklar mü’minlere vaat edilmiştir

Siyonistlerin Filistin işgaliyle ilgili ideolojik faaliyetlerinin en önemli boyutunu “vaat edilmiş topraklar” teorisi oluşturmaktadır. Teori diyorum, çünkü inanç temelinden yoksundur. Tarih boyunca pek çok tahrifata uğramış Yahudiliğin mevcut şeklinde bile “vaat edilmiş topraklar” anlayışı Siyonist ideolojidekinden çok uzaktır. İşaret ettiğimiz tahrifatlar yoluyla Yahudiliğe sokulan “vaad”in gerçekleşmesi için Mesih’in beklenmesi gerekir. Siyonizm ise yüzyıllardır beklenen Mesih’in bundan sonra da gelmeyeceğini düşünerek Yahudilikteki “vaat edilmiş topraklar” anlayışını ideolojik çerçeveye sokmuş ve istismar etmiştir.
Çerçevesi ve temeli ne olursa olsun, “buralar bize Tanrı’nın vaat ettiği topraklardır” iddiasıyla milyonlarca insanı evinden, yurdundan etmek ve onların tüm mülklerini gasp etmek çok iğrenç bir din sömürüsüdür. Fakat ne kadar ilginçtir ki çağımızın uluslararası güçleri normalde din sömürüsüne karşı durdukları iddiasında bulunurken, böyle bir din sömürüsüne hatta bu sömürünün tam bir vahşete dönüşmesine itiraz etmemiş, aksine destek vermişlerdir. Nitekim emperyalizmin Siyonistlere Filistin topraklarını hazırlama amaçlı Belfur Deklarasyonu’nun ve Sykes–Picot Anlaşması’nın özünde bu sömürüye zemin hazırlama çabasını görüyoruz.
Allah’ın mübarek kıldığı Beytu’l-Makdis beldesinin inanç boyutu vahyin temel çizgisi olan tevhid inancında anlamını bulmaktadır. Dolayısıyla o toprakların gerçek varisleri de işte bu inancın bayraktarlığını yapanlardır. Ortada bir vaad varsa o da mü’minlere, tevhid inancına sahip olanlara, vahiy çizgisini sürdürenlere yapılmıştır. Bu çizgi de adalet ve hukuku esas alır. Herhangi bir beldede hâkimiyeti elde edince o beldenin ahalisine zulmetmez, haklarını gasp etmez, bilakis hâkimiyetini adalet ve hukukun eksiksiz uygulanması için değerlendirir. Buna binaen bir yerde hâkimiyeti ele geçirdiğinde “burası bize Allah’ın vaadidir” diyerek oranın ahalisini, mülk sahiplerini sürgüne göndermez. Hz. Ömer (r.a.)’in Kudüs’ün anahtarlarını teslim aldıktan sonra, Hıristiyanların teklifine rağmen “benden sonra Müslümanlar buraya el koymaya ve burayı cami yapmaya kalkışabilir” diye kilisede namaz kılmadığı, namazını boş bir arazide eda ettiği gibi.
Benim daha önce dile getirdiğim bu hususla ilgili olarak Uluslararası Filistin Sivil Dayanışma Konferansı’ndaki bir panelde konuşma yapan değerli ilim adamı Dr. Ömer el-Eşkar güzel hususlara temas etti. Kutsal Filistin topraklarının belli bir soya değil iman sahiplerine vaat edildiğine dikkat çekerek “Allah’ın peygamberini inkâr edenler, O’nun vaadini hak edemezler” dedi.
El-Eşkar, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in peygamberler silsilesinin son halkası olduğunu, peygamberlerin birbirlerinin mirasçısı olduklarını, dolayısıyla Hz. Musa (a.s.)’nın ve İsrailoğullarından iman sahibi salih kişilerin mirasının da Hz. Muhammed (s.a.s.)’e ve ümmetine ait olduğunu dile getirdi.
Söylediklerini Kur’an âyetleriyle teyit eden el-Eşkar, peygamberlerin yolundan çıkanların onların mirasçısı olamayacaklarını, onlara vaat edileni hak edemeyeceklerini dile getirerek, bu toprakların Siyonist işgalden kurtarılmasının Kur’an-ı Kerim’in müjdesi olduğunu, bu müjdenin mutlaka gerçekleşeceğini hatırlattı.
Uluslararası Yaşayan Filistin Sempozyumu
Bu hafta sonu da Filistin davasıyla ilgili önemli bir uluslararası toplantı düzenlenecek. Bizim de Danışma Kurulu’nda yer aldığımız Uluslararası Yaşayan Filistin Sempozyumu adlı bu toplantıyı İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları (İDSB) düzenliyor. Bu toplantıların yoğunluk kazanması bazen “gerek var mı?” sorusuna muhatap olmamıza sebep oluyor. Aynı soru dün İDSB tarafından sempozyumun tanıtımı amacıyla Topkapı Sosyal Tesisleri’nde basın mensuplarına verilen kahvaltıda Başkan Necmi Sadıkoğlu’na da soruldu. Sayın Sadıkoğlu’nun orada verdiği cevap benim gördüğüm kadarıyla oldukça anlamlı ve tatmin ediciydi. Ben sadece özetle aktarmak istiyorum: Filistin meselesi öncelikli ve önemlidir. Bu mesele çözüme kavuşturulmadan bölgeye huzur ve istikrarın gelmesi mümkün değildir. Bu toplantılar ise her biri bir boşluğu kapatma, çözüm yolunda bir adım daha atma amacıyla düzenleniyor. Yani birbirinin alternatifi değil birbirini bütünleyici niteliktedir. Dolayısıyla bir fazlalık değildir.
Yarın Cevahir Hotel Kongre Merkezi’nde saat 09.30’da başlayacak ve iki gün sürecek sempozyuma ilgi gösterilmesini bekliyoruz. Bu sempozyum daha çok ilmî ve fikri ağırlıklı olacak. Biz de inşallah sempozyumdan alacağımız notları önümüzdeki hafta yayınlanacak yazılarımızda okuyucularımıza ileteceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Varol Arşivi