Yeniliğe direnmek isteyeni bırakın dirensin
Aslında niçin şaşıyoruz ki yeniliğe direnmek isteyene? O, kendi dünyasının kapalı sınırlarına gömülmüş olarak yaşıyor ve onun dışında bir başka hayatın var olabileceğini aklının ucundan bile geçirmiyor.
Ana rahmi metaforu her zaman geçerlidir: insanın ana rahmi özlemi içinde olduğu ve daima oraya dönme özlemiyle yaşadığı söylenir. Oraya dönmesi artık söz konusu değildir. Ne var ki, bu dünyada ana rahmi metaforuna tekabül eden bir başka gerçeklik vardır. Orada, önümüzde somut bir gerçeklik olarak durur ve bizi bekler: kabir! Ana rahminin içinde yaşadığımız dünyadaki izdüşümü orasıdır.
Ana rahminin aynı, bir de orada yaşanır. Hiçbir değişikliğin olmadığı, değişiklik korkusu yaşanmadığı, yaşamı hiçbir öcünün tehdit etmediği, edemeyeceği bir dünya...
Ana rahmi, içinde yaşadığımız dünyaya yol veriyordu; kabirse, artık değişiklik korkusunun yaşanmadığı bir ebediliğin yolunu açıyor...
Jakoben ideolojisinin değişmez sınırları içinde gözünü bu dünyaya açan birisi için o ideolojinin bir biçimde sarsıntıya uğraması, bir adım sonrasında, o dünyanın tümüyle ayaklarının altından çekileceği vehmini uyandırır. Bu vehimse, onun sahibini, daha nefes alırken ölümün içine düşürür. Böyle bir konum, bana sorarsanız, gerçek ölümden bin beter bir olumsuzluğu yaşamaya denktir.
Ölen, bir kez ölür ve kurtulur. Ama kendi vehminin çukurunda debelenerek ölüm korkusunu yaşayan her an bin kez ölür ve bu bin kez ölüm her seferinde bin kez tekrarlanarak devam eder. Buna hangi babayiğit dayanır?
Şimdi, bir ucundan tuttukları kurulu düzenin ellerinin arasından kayıp gitmesini gözleriyle görenlerin durumunu bu açıdan anlamak gerekiyor. Onu anlamak anlayışla karşılamak demek değildir. Anlayışla karşılamak söz konusu paranoyayı şifaya kavuşturmaz. Onu anlayışla karşılamayabiliriz, fakat anlayabiliriz. Anlamaksa tedavi için belki hem birinci, hem birincil adım olsa gerek...
Ben, kurulu düzenin eline geçirdiği parçasını sıkı sıkı tutmaya çalışanları anlamaya çalışıyorum. O, kendi dünyasını elinden kaçırmak istemiyor. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Ağabeylerine, üslerine müracaat edecek; mahkemelerde dava açacak.. elinden geleni arkasına koymayacak. Ancak bu adımın, hastamızın saplantısını pekiştireceğinden endişe ederim. Eğer ağabeyler, üsler, mahkemeler, hastamızın yaşadığı dünyayı paylaşıyorsa ve o hal içinde söz konusu müracaata haklılık tanıyorlarsa, işte o zaman yandı gülüm keten helva!
Ama onları kendi dünyalarının dairesi içinde bırakmaktan başka çare yoktur.
Gerçek dünya –o dairenin dışında yer almış olan gerçek dünya- kendi şartlarının gereğini ifa ederek dönmesini sürdürecektir.
Bir gün, ziyaretine gittiğim bir şizofren dostumla yaptığım sohbetten ayrıldığımda, doktor beni uyarmıştı: “Sen onu kendi dünyana çekemezsin, ama sohbeti koyulaştırdıkça, korkarım ki, o, seni kendi dünyasına çeksin!”
Doktorun bu uyarısının aslı var veya yok, önemli değil. Ancak bu uyarının hedeflediği amaç belli: onunla yeterinden fazla hemhal olmaya çalışma, onu kendi haline bırak ve sen kendi asal hayatını sürdürmeye bak.
Kısacası, herkes kendi dünyasının gerçekliğini yaşamaya baksın. O kadar...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.