Gölgeyi düzeltme gayretleri
Bize güzel bir örnek gösterildi ve ödevimiz verildi: - Siz de şimdi bu örneğe uygun bir Sevgi'nin Adaleti toplumu kurun!
Biz ne yaptık? “-Seni kim başımıza öğretmen kıldı? Çizmeden yukarı çıkma! Biz daha âlasını yaparız” dedik ve işe koyulduk.
Deve meselinde olduğu gibi, “deveye boynun eğri! demişler, -nerem doğru ki? demiş” misali bir toplum düzenine ulaştık.
Bu bir meseldir. Yoksa Deve de Subhan ve Fâtır olan Allah'ın şaheser bir yapısıdır. -Bakmazlar mı Deveye nasıl yaratılmış? (Gâşiye, 88/17) Meseldeki deve, herhalde çok mütevazi veya çelebi, yahut melâmî meşrebli bir deve imiş, veya kendi yaradılışından habersiz, yahut doğru bir cevap verirse, sorgulayanın zulmünden korkup “takıyye” yapıyormuş ki, “-beğenemedin mi Hazret? Kıl san'at-i Üstadı tahayyürle temâşâ!” diyememiş. İnşaallah meseldeki deveciğin bu tevazu'undan cesaret alan keskin bilimciler, boynu eğri olmayan, hörgüçsüz ve eşkenar üçgen görünümünde deve üretmek için, deve genleriyle oynamaya başlamamışlardır. (-Yok, deve!)
Toplumun meseli; deveye uymaz. İstikamet şart-ı elzemdir. Bu yolda düzlüğe çıkmak için “iki sarp yokuşu”, (Beled Suresi) insan değerinde mutlak ve istisnasız eşitlik ilkesiyle herkese bu değere uygun bir hayat seviyesi sağlama emrini göze alamayanlar, tesellî masalları uydururlar: -Fî tarihinde Frengistan ulemasının parmakla gösterileni Mösyö-Herr-Mister de-von-of Filânkes'i çağırmışlar da toplumumuzu düzeltmek için bir risalecik yazmasını sevabına rica etmişler. Adam şöyle bir sağımıza-solumuza bakmış da, -ben bu işe akıl erdiremedim, benim bildiğime göre, sizin bunca asır böyle devam etmenize imkân yok, karıştırırsam hepten bozarım kardaş, eyisi mi siz bildiğiniz gibi yapın” demesiyle havaalanını bulup kaçması bir olmuş!
Her konuda, eğriliğimizi düzeltecek yerde, gölgemizi düzeltmeye uğraşıyoruz. Şapkaya “şemsi siperli serpuş” deseydik, belki de tepki görmeyecekti. Doğramacı da “başörtüsü”ne “türban” diyerek vize alma yolunu denedi. Bir süre bu hîle-i lâikiyye başarılı oldu. Ardından iş büsbütün karıştı: -Ebeannem türban takmadığına göre, onunki başörtüsüydü zâhir! Peki merhume Zübeyde Hanım'ın örtüsüyle bugün başlarını örten kızlarımızın örtüsü arasında “kamu düzeni” bakımından ne fark var? Aklımı-fikrimi kime emanet edeceğimi de şaşırdım. Neme lâzım! Lâikliğe aykırı birşey söylemek de istemem! Bırak peşimi kardaşım, no gomment'e de mi iz'an kalmadı sizde? No gomment vesselâm! No gomment deyene yılan bilem dokanmazmış! Bana dokanma da bin yaşa!
Geçenlerde, “Musevîler ve hristiyanlarla dost olmayın!” tarzında, bir camide, bir âyet meâlinin ilân edildiği görüldü. Âyetin doğru anlamı açıklanacak yerde, “efendim, vâkıa Kur'an'da bu kabîlden âyetler vardır, ammâ velâkin, cümbür cemâtin, heç hoşumuza gitmeyen veya öyle görünmemiz gereken durumlarda, herşeyin heryerde uluorta söylenmesi câiz midir? Nüzûl sebebi de nazara alınırsa, bu gibi âyetlerin şümûlüne hiç değilse böyük müttefikimizin girmediğinde icma'-ı ümmet vardır” kabîlinden idare-i kelâm edildi. Oysa ey Azîzan, bu meâldeki âyet-i kerîmelerde, bugün kullandığımız anlamda “dostluk”, “arkadaşlık”, “iyi komşuluk ilişkileri” söz konusu değildir. Gayrimüslime “tâbi” olmak, “velâyet”i altına girmek, “mevlâ” edinmek, bağımlı olmak, boyunduruğunda olmaktan sakındırılmaktadır. Yoksa Allah “Kitab ehli” olmayan kimselere dahî, Sevgi ahlâkının en yüce derecesiyle (Birr) davranmamızı yasaklamaz, aksine, öğütler. (Mumtahine, 60/8-9)
2000 yılında, Kur'an-i Kerim'deki “Zibh-i Azîm”in (Sâffât, 37/103), İmâm Huseyn'e işaret ettiğini, Hazret-i İbrahîm'in oğlunu -neûzübillah- kesmeye kalkışmasının ve İsmail'e bedel “kınalı koç” indirilmesinin Tevrat'ın “tahrif”inden ibaret olduğunu, buna rağmen, Hristiyanların, bu “Zibh-i Azim”i (fidyeyi) Hazret-i İsa olarak kabul ettiklerini söylemiştim. Bu arada da, hayvancağızların, ancak üreme-üretme yetenekleri sona erdikten sonra ve uyuşturularak, hattâ hastahaneye benzeyen, ürkütmeyen bir ortamda, hafif bir ilâhî-tasavvuf musikîsi eşliğinde “zebh” edilmelerini önermiştim. Azîm bir velvele koptu. Bu yaz Eyüp Sultan'ı ziyaret ederken, bir Zat hışımla, fakat edeple yanıma gelerek, “-kurban bayramına kavurma şöleni dediniz, bu sözünüzü geri alın!” uyarısını yaptı. Şu cevabı verdim: -Kurban bayramına kavurma şöleni demek küfürdür! Benim söylediğim şuydu: En büyük bayramı, kavurma şölenine, en büyük yası da aşure şölenine çevirdiniz! Bu edepli, insaflı, öfkeli zat, derhal şöyle cevap verip uzaklaştı: –Haa, öyleyse hakkınızı helâl edin, yanlış anlamışım!
Ey Azîzan, bugünlerde rivayet olunur ki Bayrampaşa'da kurbanlık hayvancağızlar Mozart çalınarak uğurlanacak imiş. Yine “gölgeyi düzeltme” gayreti değil mi? Kaval dinlemiş veya onu bile dinleyememiş hayvancağızların klâsik Batı Müziği'nden anladığı nereden malûm? “-Bayram paşa Bayrampaşa olalı, böyle zulüm görmedi!” demesinler sakın? Hayvancağızın musikî zevki mi, “sahib”ininki mi üstün tutulacak? Sahibi, “-hayvanın etini murdarlama, koy şuradan bir kasap havası!” derse? “-Cenaze marşı çalınsın!” isteği, daha da bir avrupaî olmaz mı? Itrî'nin tekbîri seslendirilirse Laikliğe ve AB'ne uyum yasalarına aykırı mı olur? Bayrampaşa Savcılığı'na nice ihbar ve şikâyetler yağmaz mı? Yoksa bir uygun marş mı bestelenip çalınsa? Türk Hava Kurumu marşı gibi? Hemân Rabbim encâmımızı hayr eylesin ve bizi gölge kadılığından kurtarsın ey Azîzan! Âmin!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.