'Kurumlar oligarşisi'nin kırılması, çetin ama, şart!.
Aytaç Yalman ve Şener Eruygur gibi bazı em. orgenerallerin öncüleri olduğu iddiasıyla, ‘kemalist laik’lerin birtakım profesyonel çetelerle oluşturdukları anlaşılan ve daha önce, ‘Ayışığı ve Sarıkız operasyonları’ diye, (Dn. Kuv. eski komutanı özden örnek’in günlük notları olarak) Nokta dergisinde yayınlanan ve sonra o derginin susturulmasına kadar varan karanlık ilişkiler ağının bir kenara atılmadığı, em gen. Veli Küçük ve diğer eski askerlerin tutuklanmasıyla ve ‘Ergenekon Soruşturması’nın seyrinden de anlaşılıyordu.. Başbakan Erdoğan’ın, 17 Şubat günü, ATV’de, ‘Devletin içinde bunu yavaşlatmaya çalışan unsurlar var; bu unsurları, kurumları yıpratmadan cımbızlayarak çıkarmalıyız.. (…) Sonuna kadar gideceğiz. Kim olursa olsun. Ergenekon olayının öncesi var, ümraniye ile başladı. Bitmiş değil, daha gerisi var.’ demesi ise, konuya yeni boyutlar kazandıracak mahiyette..
Bu, çetin bir mücadeledir.. üstelik, o ‘şerr çarkı’ başarılı olsa, dişliler arasında ilk kalacak olan da, Erdoğan olacaktır.. Ancak, o, sistemin cenderesi içinde, çaresizliği de itiraf ediyor..
‘Halletsin efendim, iktidar sızlanma yeri değil, yaptırım gücünü gösterme yeridir.. Meclis ekseriyeti elinde değil mi?’ diyenler, Türkiye’deki sistemin nasıl bir ‘kurumlar oligarşisi’den veya bir ‘oligarşik dikta’ olduğundan habersizler demektir.. Ama, mesele, ‘bağcıyı dövmek değil de, bağa hâkim olmak’ ise; problemin özüne değinmek için, bir fırsatın doğmakta olduğu gibi değerlendirilebilir, Başbakan’ın‚ ‘soruşturmanın yavaşlatılması’na dair tesbiti..
Hatırlamakta fayda vardır ki, ‘Ergenekon Soruşturması’, yavaşlatılan tek soruşturma değildir.. ülkenin en büyük medya grubu tekeli olan ‘Doğan Medya Grubu’nda ‘Ergenekon Dosyası’nın görmezlikten gelinmesi ve ‘irtica’ yaygaralarının ayyuka çıkarılmaya çalışılması bile, bu yavaşlatmanın nerelere kadar yayıldığını ve durumun ciddiyetini göstermeye yeter..
Bu gibi çarpıtmaları geçmişte de görmedik mi?
‘Susurluk Rezaleti’nden, göze fazlaca batan birkaç kişi göstermelik cezalara çarptırıldı ve mes’elenin üzeri örtüldü.. Mehmed Ağar için, 12 sene sonra, daha geçen hafta yargılama kararı çıktı.. O da, ‘Memleketin yüksek menfaatleri adına yapılan ve açıklanmasında mahzûr olduğu belirtilen unsurlar’a dayanabilir, tıpkı Sedat Bucak gibi..
Nitekim, Siverek’li aşiret lideri ve DYP m.vekili S. Bucak da dokunulmazlık zırhından çıkınca, İst. 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, ‘kimlerle görüştüğüne dair bazı fotoğrafları, devletin ve şahsının güvenliği açısından mahzurlu olduğu için mahkemeye vermeyeceğini’ söyleyerek ve ‘C. Başkanı Demirel ve Başbakan ile görüştüğüm ve devletin şifahen verdiği vazifeleri yerine getirdiğim konuların, hukukdışı olarak suçlanmasının mantığı yoktur!’ diyerek, zâhiren mantıkî bir savunmayla, sembolik bir cezayla kurtulmadı mı?
CHP ‘dokunulmazlıkların kaldırılması’nı ikide bir gündeme getirir.. Ama, 3 Kasım 2002 seçimleriyle, hemen bütün siyasetçiler safdışı olmuş ve yeni bir Meclis oluşmuş ise de, o eski siyasetçilerden ciddî bir yargılamaya maruz kalan kimse olmamıştı. ‘Zaman aşımı veya Rahşan Affı’ da cabası.. (Eski başbakan) Mesud Yılmaz’ın, yolsuzluk iddialarından mahkûm olacakken ‘zamanaşımı’ndan kurtulduğu da, yargılandığı mahkemece açıklanmıştı..
AK Parti ise, ‘dokunulmazlıkların sadece siyasetçiler için değil, yüksek bürokratlar için de kaldırılması gerektiği’ni gündeme getirdiğinde, devlet mekanizması içinde çöreklenmiş ve nesilden nesile devam eden kadrolarının tasfiyeye uğramaması için, CHP ve diğer ‘kemalist/laik’ çevreler hemen feryad u figan ile karşı çıkıyorlar.. Halbuki, yargılanması asıl gerekenler, onlar.. çünkü, siyasetçiler halk tarafından zâten tasfiye edilebiliyorlar; asıl tasfiye edilmeleri gerekenleri ise, yargı ve diğer güç odakları koruyor..
4 sene öncelerde, bir Yargıtay Başkanı’nın adının (E. özkaya’nın) ciddî olarak karıştığı yolsuzluk dosyasının üzerine, Yargıtay Genel Kurulu, ‘adem-i muhakeme’ (muhakemeye gerek olmadığı) kararıyla şal atmadı mı? Kezâ, bütün vakıflar ‘yargı kontrolü’ne tâbi iken, ‘Yargı’ya ve TSK’ya aid vakıfların ‘yargı kontrolü’ dışında tutulması ne mânaya gelir?
Aynı durum, ‘Şemdinli Dosyası’nın başına da gelmedi mi?
Şemdinli’de bir ‘kitabevi’ne bomba atanlar halk tarafından yakalandı, linç edilmek üzereyken kurtarıldılar ve bunların 2 astsubay ve itirafçı bir eski PKK’lı olduğu görüldü.. Erdoğan, şimdi olduğu gibi o zaman da, ‘Nereye varırsa varsın, sonuna kadar gidilecektir.’ demişken, sonuç ne oldu?.. Bu kişiler hakkında, zamanın KKK. Büyükanıt’ın çok mâsum gibi gösterilen, ‘İyi çocuklar, tanırım..’ şeklindeki bir sözü şemsiye oldu.. Kendisine yönelik suçlamalar sözkonusu olunca da, ‘Aslanlar gibi, gider, kendimi savunurum, avukata da ihtiyacım yok!’ diyen Büyükanıt için, zamanın Gen. Kur. Bşk. Org. H. özkök, kanûnî yetkisini kullandı ve soruşturma izni vermedi.
Soruşturma sadece yavaşlatılmamış, bir de önlenmişti!
Dahası, ‘Şemdinli İddianâmesi’ni hazırlayan F. Sarıkaya, meslekten atıldı. Ve sanıklara 39’ar yıl ceza veren Van Ağır Ceza Mahk. nin kararı da, Yargıtay tarafından bozulup, askerî mahkemeye gönderildi.. Bu karara direnen Van Ağır Ceza yargıçları da, (özerk) ‘Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca, dağıtıldı.. Ve sonra da, 39’ar yıla mahkum olan o kişiler, askerî mahkemece, salıverildiler!. İşte ‘kurumlar oligarşisi’nin bir diğer ibretli yansıması..
Erdoğan’ın son beyanını, bütün bu geçmiş örneklerle birlikte ele almak gerekiyor.. Evet, bir ‘kurumlar oligarşisi’ var ki, onlar, mevcud ‘rejim’i ayakta tutmak adına, millete karşı ilginç ‘şey’ler tezgahlayabiliyorlar ve bunu vazife olarak biliyorlar; ‘iyi saatte olsunlar..’!!
**
14 Şubat akşamı Kanal D’de yayınlanan bir tartışma proğramı, 17 Şubat akşamı tekrar yayınlandı. İlkini görmediğim bu proğramı seyrederken, orada, ‘siz atatürkçü ve laik misiniz?’ gibi, ‘resmî ideoloji dayatması’ bildik suallere karşı, ‘Biz kendimizi sadece ‘müslüman’ olarak niteliyoruz..’ diyen gencecik (erkek ve kız) kardeşlerimin sergilediği tutarlı ve cesur tablodan gurur duydum. Onlar, bir grup ‘müslüman hanımlar’ın yayınladıkları bir bildirideki, ‘Gerçek sorunumuz, insanların hayatlarına, görünüşlerine, sözlerine, düşüncelerine müdahale edebilme hakkını kendinde gören yasakçı zihniyettir.’ şeklindeki çarpıcı beyanının genel çerçevesi içinde konuşuyorlardı..
ötekiler ise, ‘resmî ideolojinin bindirilmiş kıtaları’ ve hattâ ‘amigo’lar durumundaydılar ve, ‘Burası sonsuza kadar yaşayacak olan laik cumhuriyet! Bugün camiler açıksa, .....a borçlusunuz!.’ gibi sığ laflarla ve de, gürültü ve ‘korkuluk’larla netice almaya çalışıyorlardı; bu, ‘28 Şubat kafalı’, üniversite gençleri..
Ve, Müslüman gençler her zeminde konuşmaya başlasalar; bu ‘laik amigo’lar daha bir acınacak duruma düşecekler!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.