Başbakan'ın konuşması ve bir teklif
Başbakan’ın önceki gün Ulusa sesleniş konuşması, açılımların mahiyeti ile ilgili şüpheleri giderecek mahiyetteydi. Keşke başbakan bu konuşmayı süreç başlamadan önce yapsa, meydanı boş bulup abuk sabuk taleplerde bulunarak geniş bir kitlenin muhalefetine zemin hazırlayan PKK-DTP uzantılarına fırsat vermeseydi.
Başbakan’ın üniter yapının asla tartışılmayacağını, tek bayrak, tek resmi dilden vazgeçilmeyeceğini söylemesi yeterince tatmin edicidir. Aynı mealde sözleri genel kurmay başkanının da ifade etmesi açılımın hangi sınırlar içinde kalacağını gösteriyor.
Demek ki resmi dil, değişmeyecek, iki resmi dilli bir yapıya müsaade edilmeyecektir.
Demek ki, özerklik, otonomi gibi bölünmenin ilk basamağı anlamına gelen düzenlemelerde yapılmayacaktır.
Bunun ötesi, yer isimleri ile ilgili taleplerin dikkate alınması, bölgede yeni bir ekonomik seferberliğin başlatılması, Kürtçenin belki ilk okulun belli bir seviyesine kadar seçmeli dil haline getirilmesi, özel TV lere sınırlı zamanlı Kürtçe yayın imkanının tanınması gibi düzenlemelerdir. Bunların çoğuna kamuoyunun olumlu tepki vereceğini, en azından bölünme endişesi ile yaklaşmayacağını düşünüyorum.
Bazı yazarların Apo değişti, muhtemelen gevşek bir özerklik isteyecek, artık bağımsızlık taleplerinden vaz geçtiler gibi tespitleri gerçekçi değildir. DTP-PKK çizgisinin taleplerini zaman, zaman yumuşatıp, kabul edilebilir hale getirmesi tamamen taktikseldir.Bağımsız bir devlet olmak için önce farklı bir millet olmak gerekir. PKK-DTP çizgisinin onca gayretine rağmen daha hala farklı bir millet oluşturabildiklerini söylemek mümkün değildir. Milletleşemeden devlet olmak, aşiret,kabile kavgaları ile böyle bir ideali başından itibaren yok etmektir. Onun için bölücü çizginin taktiği önce devlet olma hedefinden ziyade önce millet olma hedefi üzerine kurulmuştur. Yapılan talepler de bu amaçla yakından ilgilidir. Bağımsızlıktan vaz geçtiler diye düğün dernek ilan edenlerin bu gerçeği görmesinde fayda var.
Diğer taraftan bütün bu problemler Türkiye’de milletleşme sürecinin tamamlanmadığını gösteriyor.Milletleşme vetiresi tamamlanabilse bu istek ve taleplerin hiç biri olmayacak, bu problemlerin hiç biri yaşanmayacaktı. Son yıllarda iletişim araçlarının yaygınlaşması bu süreci hızlandırınca terör devreye sokularak süreç durdurulmaya çalışılmıştır.
Aslında problemlerimizi kendi kültürümüzden,irfanımızdan devşireceğimiz reçetelerle çözebiliriz.Sağda, solda model aramak yerine yaralarımızı kendi yapacağımız ilaçlarla sağaltabiliriz. Bizim insanımız, insanlığın, merhametin, şefkatin aşığıdır. İyiliğin bükemeyeceği bilek, fethedemeyeceği yürek yoktur. Kardeşliği edebiyatta bırakmayıp ete kemiğe büründürebilseydik bu gün çok farklı noktalarda olabilirdik. Ben bu teklifi yıllar önce Gündüz gazetesinde yazarken de yapmıştım. Şimdi bir defa daha tekrar etmekte fayda görüyorum. Bu ülkenin Genel kurmay başkanı şu mübarek Ramazan ayında mesela Diyarbakır’da Ulu caminin önünde büyük bir çadır açıp, Diyarbakırlılara iftar verseydi ne olurdu? Bölge Asayiş komutanı Van’da bir iftar çadırı açıp, açları doyursa, bölge insanını şefkatle kucaklasaydı ne olurdu? Ne olacağını ben söyleyeyim yüzlerce açılımdan daha etkili olurdu.Ama yapamazlar. Çünkü dünyadaki benzerleriyle alakası olmayan laiklik anlayışları buna imkan vermez. Böyle olunca da bölge halkıyla devlet arasındaki mesafe kapanmıyor, açılımlardan, maçılımlardan medet umuyoruz.