“Muhtariyet (eyâlet sistemi), tavâif-i mülûk mukaddimesi…
Anadolu’nun Batısında şiddetli yağışlarla otuzdan fazla vatandaşın ölümüyle sonuçlanan dehşetli sel felâketinin yaşandığı günde Doğudan peşpeşe gelen şehid naaşları “açılım” tartışmalarını başka bir boyuta büründürdü.
Anlaşılan o ki demokratikleşmenin günübirlik politikalarla popülist polemiklere boğdurulmayıp, esaslı bir biçimde ele alınması gerekiyor. Bunun içindir ki gerçek bir demokratikleşme ve özgürlüklerin teminiyle, etnik ve bölgesel iftirak üzerindeki “özerklik-eyâlet” talebinin birbirinden tefriki icâb etmekte.
Bediüzzaman, daha İkinci Meşrutiyet yıllarında, “muhtariyet” denilen ve bugün başta 40 bin insanın katledilmesine sebebiyet veren Marksist terör örgütü ve terörist başı ile işbirlikçi ırkçı kavmiyetçilerin “özerklik” ve “eyâlet” teklifi ayırımının, ülkenin birliğini ve beraberliğini bozacak tehlikeli bir “ecnebi plânı” olarak haber verir.
“Muhtariyet” ve “eyâlet”e zemin hazırlayan “adem-i merkeziyet” fikrini, bütünlük şuurunu zedeleyen ve nihâyetinde vatanın bölüşülüp dağılmasını netice verecek bir teşkilâtlanma olarak târif eder.
Daha bir asır öncesinden “istibdâd-ı mutlak mânâsında bir cumhuriyet”in yanısıra “muhtariyeti (eyâlet sistemini) “beylik veya tavâif-u mülûk mukaddimesi (başlangıcı) olan gayr-ı mâkul (akıl dışı) fikirler” olarak görür. Abbasî devletinin bölünüp parçalanması felâketine benzetip şiddetle reddeder. Adem-i merkeziyetçi muhtarî idarî sistemden sakındırır. (Münâzârat, 48; Eski Said Dönemi Eserleri, 183-184)
Zira Bediüzzaman’a göre, İslâm dünyasını istilâ etme emelindeki emperyalist güçler, “adem-i merkeziyet”i ve “muhtariyetçi fikirler”i sırf Osmanlıyı ve İslâm âlemini parçalayıp sömürgesi haline getirmek amacıyla istimal etmekteler. Müslüman toplulukları “kavmiyetçilik” illetiyle “tavâif-i mülûk”la küçük devletçiklere taksim edip ecnebilerin güdümüne alınması projesinin peşindedirler.
“EN KUVVETLİ
MİLLİYETLERİ, İSLÂMİYETTİR…”
Gerçek şu ki bölge halkını perişan eden terör örgütünün ve terörist başlarının İmralı’dan, Kandil’den ilettikleri “iftirakı” ve “eyâlet”i isteyen “yol haritası”nın menhus maksadıyla, işgalci ecnebilerin “bölünmüş haritalı projeleri” aynı.
Demokratikleşmeyi zehirleyen “hâriçteki düşmanların parmak karıştırmalarına zemin hazırlayan” mâlum “özerklik paketi”yle ecnebilerin bir asır önce Anadolu’yu bölme ve parçalama plânının yeni bir kopyası…
Görünen o ki Bediüzzaman’ın bütünüyle karşı olduğu “adem-i merkeziyet” ve “eyâlet” düşüncesi, yabancı cebbar devletlerin hegemonya ve çıkarları uğruna, Osmanlıyı da tıpkı Avrupa’nın başına belâ olan ırkçılıkla yıkıp yakan ”frenk illeti”yle tüketme ve teslim alma oyununun tekrarından ibâret…
Bundandır ki Bediüzzaman, “adem-i merkeziyet”in en hararetli tartışmaları ve Osmanlının en sıkıntılı ve çalkantılı kargaşasında bile, ayrılık ve eyâlet sisteminin asla çözüm olmayacağını açıkça belirtir.
“Tam birleşmiş İslâmî ve dinî bir milliyet teşkil ettiğini” belirttiği Türkler ve Kürtler başta olmak üzere, Osmanlı bünyesindeki bütün unsurların gerçek bir millet hâkimiyetinin yaşandığı günümüzdeki demokratik cumhuriyet mânâsındaki meşrutiyette ancak milletin millî varlığını göstereceğini bildirir. “Arap, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez ve Lâzların en kuvvetli ve hakikatli revâbıt (birbirine bağlayan bağları) ve milliyetleri İslâmiyetten başka bir şey değildir” diye çözüm eksenini gösterir.
Bu husustaki “az ihmal ile ‘tavâif-i mülûk’(ülkenin küçük devletçiklere bölünmesi) temelleri atılmakla onüç asır evvel ölmüş olan asâbiyet-i câhiliyeyi ihya (diriltmek) ile fitne ikaz (tahrik) olunmaktadır” diye uyarır. (Hutbe-i Şâmiye, 228)
“SEBEB-İ SAADET-İ AKVAM,
MEŞRÛTİYET VE HÜRRİYETTİR”
“Muhtariyet” ve “eyâlet” tehlikesine bu denli dikkat çeken ve sakındıran Bediüzzaman, başta Kürtler olmak üzere diğer bütün unsurların “kendini göstermesi”nin yegâne yolunun, “makine-i terakkiyat-ı medeniyenin buharı hükmünde olan müsâbakayı netice verecek” demokrasi ve hürriyetler olduğunu işâret eder.
Kürtlere hitâbede, “Sebeb-i saadet-i akvâm (kavimlerin maddî ve mânevî kalkınma ve refahının sebebinin), milletin hâkimiyetini temin ile hayat makinesinin buharı olan hürriyet” olduğunu anlatır: “Mevcuduyetinizi ittihadla gösteriniz ve hâmiyet-i millî ile fikir ve vicdan-ı şahsiyenizi milletin kalb ve akl-ı müştereki (ortak kalb ve aklı) gibi gösteriniz” tavsiyesinde bulunur. Aksi halde “sıfır çekeceklerini” ikaz eder. (Eski Said Dönemi Eserleri, 161-165)
Yine bundandır ki Prens Sabahaddin’e cevabının sonunda, bütün Osmanlı unsurlarının bir arada olmasıyla kuvvet kazandığını belirtir. “Biz ki ekseriz, muvahhidiz (Allah’ın varlığına ve birliğine inanan Müslümanlarız.) Tevhidle mükellef olduğumuz gibi, ittihadı temin edecek muhabbet-i milliye ile muvazzafız” diye yazar. “Eğer unsur (milliyet) lâzım ise, unsur için bize İslâmiyet kâfidir” beyânında bulunur. (a.g.e., 183-184)
Üzerinden bir asır geçti; ne var ki Bediüzzaman’ın beyânından başka çâre olmadığı ortada…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.