Ahmet Varol

Ahmet Varol

Bayram sohbeti

Bayram sohbeti

Ramazan’a bir hafta kaldı, bayrama bir hafta kaldı, derken Ramazan da bayram da geride kaldı. Zaman akıyor, bize yaptıklarımız kalıyor. Yüce Allah’ın tuttuğumuz oruçları, kıldığımız namazları ve yaptığımız tüm iyilikleri kabul etmesini, mübarek Ramazan bayramını da tüm İslâm âlemi için hayırlara vesile kılmasını diliyoruz.
Bayramlarda en çok “Nerede kaldı o eski bayramlar?” ve “Ne zaman gelecek o gerçek bayramlar?” sözlerini duyarız. Her yıl bayram kutlarız ama “o eski bayramlar!” geçmiştir; asıl bayramlar henüz gelmemiştir.
Bizim çocukluğumuzda da yaşlılarımız, büyüklerimiz “Ah o eski bayramlar!” derlerdi. Muhtemelen onların büyükleri de aynı şeyleri söylüyordu. Yoksa biz hep mükemmeli geride bırakarak mı ilerliyoruz? Oysa ilerlerken bir yandan da “asıl bayramlarımız gelmedi!” diyerek mükemmeli daha ileride görüyoruz.
Aslında bu güzel bir şey! Geçmişe değer vermek, geleceğe ümitle bakabilmek. Ama mevcudu da bir vakıa, bir realite olarak kabullenip var olanla mutlu olabilmenin yollarını araştırmak, karamsar olmamak şartıyla.
Yüce Allah, bir aylık Ramazan’ın ardından bayram yaşanmasını istemiş, Resûlullah (s.a.s.) da bu günün nasıl değerlendirileceğini göstermiş. İçinde bulunduğumuz şartlar ne kadar zor olsa da yine bir bayramımız olmalı.
Mübarek Ramazan bayramımızı “şeker bayramı” yapma ısrarlarını sürdürenlere şaşıyorum. Sizin bu bayramla bir ilginiz yok zaten; şekeriniz size kalsın bayramımızı bize bırakın! Biz Ramazan’da oruç tuttuğumuz için bu bayramı kutluyoruz; sizin yaptığınız gibi şekerleneceğimizden değil.
Şaşırdığım bir şey de yerine göre bizim dinî literatürümüze giren kavramları, isimleri kabullenmeyenlerin işlerine gelen kavramlara el koymaları, hak etmedikleri halde onları kullanmaları. “Ramazan” kelimesini bir türlü sahiplenemedikleri için onun bayramını bile “şeker”lendirenlerin, şehit kavramını hoyratça kullanmaları buna örnektir. Adamların akşamcılarının uğradığı kulübün bekçisini gece yarısı bir kuduz köpek ısırsa ve zamanında müdahale edilmediği için kuduza yakalanıp ölse “şehit oldu” diyecekler. Madem Ramazan’dan hoşlanmıyorsunuz ve bu kelimeyi ağzınıza almak bile istemiyorsunuz bırakın şehitlik de bize kalsın. Biz Ramazan’da orucumuzu tutar, ardından bayramımızı kutlarız; sizin şekerinizle bir ilgimiz var mı? Şehitliğimize niye karışıyorsunuz? Biz Müslümanca yaşar ve yeri geldiğinde şehit olarak ölürüz.
Allah yolunda cihadı reddedip şehitliğe sahip çıkanları anlamak mümkün değil. Oysa şehit olmanın şartı Allah yolunda cihaddır. İstiklal savaşı da Allah yolunda cihad ruhuyla başlatılmıştır. Bu, Allah için kurban kesmeyi kötüleyip de kurban derilerini gasp etmeye benziyor.
Bu bayramlar tüm Müslümanların bayramları, ortak günleri, kardeşlik bilincini güçlendirme zamanlarıdır. Onun için bayramlarda sınırları aşarak iman kardeşliği duyarlılığıyla düşünmek ve ümmet bilinciyle hareket etmek gerekir. Biz de inşallah müteakip yazımızda İslâm coğrafyasının bayramdaki durumunu gözden geçireceğiz.
Sayın Dışişleri Bakanımız Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’na
Öncelikle Muhterem Bakanımızın Ramazan bayramını en içten dileklerimle kutluyor, kendisi ve tüm aile efradı için hayırlara vesile olmasını, Yüce Allah’ın kendilerini huzur ve mutluluk içinde daha nice bayramlara kavuşturmasını diliyorum. Sayın Bakanımızın dış politikadaki ataklarını, özellikle İslâm coğrafyasında yakınlaşma ve dayanışmayı artırma amaçlı çabalarını takdir ettiğimizi ve hayırlara muvaffak olması dileğimizi geçen hafta yayınlanan bir yazımızda da dile getirmiştik. Fakat geçen hafta arka arkaya dört yazıda üzerinde durduğumuz füzesavar sistemi alımıyla ilgili açıklamasında Sayın Bakanımız bunun İran tehdidiyle ilgisi olmadığını, Türkiye’nin kendi güvenlik sistemiyle ilgili olduğunu söyledi. Oysa satıcısı öyle demiyor. Obama konuyla ilgili ilk açıklamasında, Türkiye’nin İran’a sınırı olan NATO üyesi tek ülke olması ve İran’ın elindeki füzelerin menzilinin Türkiye sınırlarını çok aşması sebebiyle bu füzesavar sistemini satmak istediklerini söyledi. Demek ki bu planda İran potansiyel tehdit olarak görülüyor ve dikkatler onun üzerine çekiliyor. Öte yandan Türkiye için asıl önemli tehdit Siyonist işgal devletinin elindeki füzelerdir. Türkiye’nin kendi güvenliğine dair, büyük bir külfet getiren savunma yatırımında Siyonist tehdidi başa koyması gerekmez mi? İsrail saldırganlığını Türkiye için bir tehdit olarak gördüğünüzü ve ABD’nin satacağı sistemin İsrail tehdidine karşı da sorunsuz bir şekilde kullanılabileceğini açık bir ifadeyle söyleyebilir misiniz? Bunu söylemekte zorlanıyorsak eğer, “bizim İran’la bir kavgamız yok, dolayısıyla Türkiye’yi ağır borç yükünün altına sokacak füzesavar sistemine de ihtiyacımız yok” sözünü rahatça söyleyebilmeliyiz. Bölgesel güç olma idealine sahip Türkiye, Peres’e “One minute” dediği kadar Obama’ya da diyebilmeli.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Varol Arşivi