Kim bu adamlar?..
Tam da 'Bu kadarı da olmaz ki' dedirten bir şey... Adam bir profesör... Anayasa Hukuku profesörü hem de...
Telefonla katıldığı bir haber programında, Türkiye'de laikliğin militan, saldırgan ve aktif bir biçimde uygulanmaya çalışıldığını vurgulayan bir başka profesörün söylediklerine itiraz sadedinde: 'Ne yani, elbette böyle olması gerekir, bizim laikliğimiz batı ülkelerindekine benzemez, bize özgüdür...' gibisinden sözler ediyor.
Konuşmanın devamında başörtüsü yasağı ve İmam-Hatipler konusu gündeme geldiğinde de, profesörümüz aynı ceberrut tavrını sürdürüyor ve devletin; laikliğin 'Bize göre' şeklini esas alarak, bunun karşısında olduğu varsayılan her şeye doğrudan ve sert bir şekilde müdahalesini savunuyor...
Kim olduğu önemli değil, bu türden söz eden tek kişi o değil çünkü.
Ama bu profesörün, çeşitli zamanlarda gadre uğramış, zulmün, baskının, hukuksuzluğun ne olduğunu bizzat nefsinde yaşamış birisi olduğunu da hatırlatalım.
Kendisine vaktiyle dünyayı dar eden mekanizmanın, başkalarına da dünyayı dar etmesi gerektiğini savunuyor...
Stockholm Sendromu denilen ve kaçırma olaylarında, kaçırılan kişinin kendisini kaçırana bağlanma hali olarak izah edebileceğimiz psikolojik durumun bu konuya uygulanması mümkün mü bilmiyoruz ama hal aynı hal...
Özellikle günümüzde hak ve özgürlükleri esas alması gereken bir Anayasa profesörünün, insanların hak ve özgürlüklerinin sonuna kadar kısıtlanmasını savunan sözlerini dinlemek zorunda kalmak, doğrusu acı verici.
Var olan bütün mekanizmaların meşruiyetinin temeli olarak Millet iradesi gösterilirken, Milleti hiçe sayan ve sadece belirli bir kesimin arzularının hükümran olmasını dillendiren sözler bunlar...
Ne demokrasiyi, ne sosyalliği, ne de hukuku esas alan birşey yok bu sözlerde... Asıl ilginci, laiklik temel alınarak söylenmiş olsa da, laiklik de yok. Laiklik, birilerinin kalkıp Milletin çoğunluğunun dinine mensup olanlara hayatı zindan etmesi olarak değerlendirilmiyorsa tabii.
Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti.
Anayasamıza göre böyle.
Değilse de, olmak zorunda.
Demokrasi, laiklik, sosyal devlet ve hukuk devleti vurgularının hangisine öncelik tanınacağı, anlayışa göre değişebilir belki. Ama herhangi birisini önceleyenlerin, diğerlerini yok saymasının mümkün olmaması gerekir.
Yasama, yürütme, yargı sıralaması, nasıl hiyerarşik bir üstünlüğü belitmiyorsa, Anayasamızdaki bu hükmün de öyle olması gerek.
Mesele, birilerinin laikliği önceliyor olmasında değil yani.
Anayasa'nın temel kavramları hişerarşik bir sıra arzetmiyorsa, onlar da istediklerini birisini önceleyebilirler tabii ki...
Mesele, Laikliği önceliyor gibi gözükenlerin, bu arada diğer hususları, özellikle de demokrasiyi görmezden gelmeye çalışıyor olmalarında.
Türkiye'de laiklik militan, baskıcı, aktif bir şekilde uygulanmak zorundadır diyebilenlerin yaptıkları tam olarak budur işte.
Sistem, eninde sonunda insanların kendi kendilerini idare etmeleri temeline dayanıyor olduğuna göre, birilerinin kalkıp: 'Milletin ne düşündüğü, ne istediği hiç önemli değil, biz ne diyorsak onlar uygulanmalıdır' diyebilmesinin, başka izahı var mıdır?..
Yetmiş iki milyon insanın bir şablona göre hareket etmesi ve bunun dışında her ne olursa müdahale edilmesi gerektiği şeklindeki bir kanaatin, özellikle 'okumuş' insanlar tarafından dile getirilmesi akla şu soruyu getiriyor:
Bu adamlar kim olduklarını zannediyorlar?..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.