Lokomotif şehirler ve İzmir
Türkiye’nin nüfus barındırma, ekonomik üretim, ticaret ve bütçeye katkı bakımından en büyük yükünü sadece üç büyük il taşımaya devam ediyor: İstanbul, Ankara ve İzmir...
Mesela 2009 yılının ilk altı ayı itibariyle, üç büyük şehrimizin genel bütçe vergi gelirlerine katkısı rakamsal olarak şöyle: İstanbul 34 milyar 197 milyon TL, Ankara 9 milyar 854 milyon TL, İzmir 7 milyar 809 milyon TL. Diğer vilayetlerimizin büyüklük itibariyle bu üç il’e yaklaşması söz konusu değil. Bu gidişle daha uzun müddet de olamayacak!
70 küsur milyonluk bir ülkenin ekonomik ve sosyal yükünün, orantısız biçimde üç vilayet tarafından omuzlanması, halen bu alanlarda yaşadığımız sayısız sıkıntının da sebebi ve kaynağı oluyor... Ülke nüfusunun neredeyse dörtte birinin, sadece İstanbul’a yığılması durumunu ve bunun getirdiği hızlı ve düzensiz şehirleşme; altyapı yetersizliği, rant kavgaları, yerel yönetimler ve merkezî idarenin sorunlarla baş etmede çektiği sıkıntılar gibi problemler yanında, sağlıksız nüfus yığılması ve buna bağlı olarak normalin ötesinde kesafet kazanan ekonomik ve ticari faaliyetlerin; ülkenin diğer bölgelerinin gelişmesine yaptığı negatif etkileri birlikte değerlendirdiğimizde, mevcut tablonun ne kadar sağlıksız olduğu hemen görülüyor.
Bunun çaresi, yükü paylaşacak başka şehirlerin de ekonomik değer üretme yönüyle ‘büyüklük’ halkalarına eklenmesidir. Bu anlamda Bursa, Eskişehir, Adana, Mersin, Kayseri, Konya ve Gaziantep gibi illerimizin gelişimi ümit verici olsa da, üç büyük şehre kıyasla henüz beklenen hızda olmadığı açıktır.
Yeniden lokomotif üç vilayete dönersek...
Ankara, siyasi merkez olarak ekonomik kararların alındığı ve yönlendirildiği bir şehir olmanın avantajlarını sonuna kadar kullanıyor. Ama sanayi ve ticari gelişmenin, bürokratik gelişme önüne geçmesi mümkün olmuyor. Eğitim ve kültür açısından elit bir nüfusu barındırma konusunda altyapıya sahip şehrin resmî çehresi, aynı zamanda sosyal yaşantının renklenmesi önünde bir engel gibi duruyor. Yani Ankara’nın ufuklarında hep, sivilizasyondan ziyade, siyaset ve bürokrasinin hakim olduğu bir atmosfer var!..
İstanbul ile ekonomik, sosyal, kültürel ve sportif alanlarda yarışma özelliklerine en fazla sahip olan ilimiz İzmir’dir. İzmir Fuarı sadece ülkemiz için değil, bütün Akdeniz ve Avrupa için bir klasiktir. İstanbul’daki Olimpiyat Stadı yapılana kadar, Türkiye’nin en büyük spor kompleksi İzmir’de idi. Daha pek çok şey sayabiliriz. Ama özetle ifade edersek, coğrafi konum ve avantajlarıyla, dünyaya açılma imkanlarının benzerliği ile İstanbul’dan sonra ülkemizin beynelmilellik karakteri en yüksek şehrinin İzmir olduğu tartışmasızdır.
İzmir’in başarılı Valisi Sayın Cahit Kıraç’ın, üçüncü büyük ilimizin daha ileriye gitmesi için, yoğun gayret içinde olduğunu biliyoruz. Sayın Kıraç, sadece il merkezi değil, çevresi ile birlikte; ilçe, kasaba ve köyleriyle bütün İzmir’in; topyekûn bir gelişme sağlaması için, önemli proje ve yatırımların gerçekleşmesinde öncülük yaptı.
Kısa bir müddet önce, İzmir’in geleceği ile ilgili olarak ilin bütün yöneticilerinin katıldığı; hükümetin de iki bakan tarafından temsil edildiği bir vizyon çalışması, Vali Kıraç’ın koordinasyonunda gerçekleştirildi. Burada yapılan durum değerlendirmesi ve ileriye dönük projeksiyonlar, İzmir için çok parlak bir geleceği müjdeliyordu...
Yazıyı şöyle noktalayalım: Müreffeh bir Türkiye için, İstanbul beynelmilel bir finans merkezi olmalı; İzmir de, İstanbul’u takip etmeli. Bursa, Adana, Mersin, Antalya ve diğer büyük illerimiz artık İzmir’e yaklaşmalı. Yani kalkınma daha dengeli olmalı...