Zorla getirmesek olmaz mı?
Terör örgütünün propagandasını yapmak” suçundan haklarında dava açılmış olan DTP milletvekillerinden ikisinin ifade vermek üzere “zorla getirilme”sine mahkeme tarafından karar verilmesi yeni bir krizin işaretlerini veriyor. Esasen bu kriz geçen yasama döneminde başlamıştı, ama o vakit bir şekilde atlatılan -daha doğrusu ertelenen- krizden bu sefer kaçınılamayacak gibi görünüyor.
Hatırlanacağı gibi, 1994 yılında yine bazı Kürt milletvekillerinin polis tarafından Meclis’ten “yaka-paça” götürülmesi büyük bir skandal olmuştu. Bugün ise durum daha da ciddidir. Çünkü bu olay tam da hükümetin “Kürt Açılımı”nı başlattığı bir döneme rastgelmiş, belki de rastgetirilmiştir.
DTP yöneticileri milletvekillerinin mahkemeye gitmeyecekleri yolunda açıklamalar yaptıklarına ve Meclis Başkanı da milletvekillerini polise teslim etmeyeceğini açıkladığına göre, bu krizi nasıl aşılacaktır?...
Her şeyden önce, bir öncekinden farklı olarak yeni Meclis Başkanının bu olayda parlamentonun saygınlığını korumakta kararlı olduğunu ifade etmesinin takdire değer bir tutum olduğunu belirtmek gerekir. Ne var ki, Aralık başına kadar bu meselenin bir şekilde halledilmemesi halinde, sayın Başkanın bu kararlılığının krizi çözmesi çok zayıf bir ihtimaldir. Güvenlik güçleri mahkeme kararını yerine getirmekten kaçınamayacaklarına göre, İçişleri Bakanlığı ile Meclis yönetiminin karşı karşıya gelmesinin nasıl önleneceği belli değildir.
Öte yandan, direnç göstermesi halinde bunun Meclisin kamu nezdindeki saygınlığına hizmet edeceği de o kadar kesin değildir. Kaldı ki, Meclis sanık milletvekillerini teslim almaya gelen polise direnmekte başarılı olsa bile, bu, söz konusu milletvekillerinin başka şekilde “ihzar” edilemeyecekleri anlamına da gelmiyor. Böyle bir durumda ise, Meclisin saygınlığı korunmuş olsa bile, krizin giderilmiş olmayacağı açıktır. Öyleyse, meseleyi çözmek için başka yollar bulmak gerekiyor.
Burada ilk akla gelen, Anayasa’nın milletvekili dokunulmazlığına ilişkin hükmünün değiştirilmesi ve 14. maddeyle ilgili istisnanın kaldırılmasıdır. “12 Eylül paşaları”nın akıl edebilmiş olmaları hiç de şaşırtıcı olmayan bu istisna, yargı organlarının 14. maddenin kapsamını keyfi olarak geniş yorumlamalarına imkânı vermesi yüzünden, gerçekten de milletvekilleri üzerinde bir “Demokles kılıcı”dır. Milletvekillerinin ifade özgürlüğünü neredeyse yok eden bu istisnanın kesinlikle kaldırılması -aslında, 83. maddenin tümüyle yeniden yazılması- gerekir.
Ne var ki, parlamentonun halihazırdaki kompozisyonu nedeniyle bu da mümkün gözükmüyor. O zaman, galiba, geriye sadece ceza yargılaması kanununun değiştirilmesi ihtimali kalıyor. Acaba, Kanunun 145. ve 146. maddelerinde düzenlenen “zorla getirme” kurumunun kapsamı daraltılamaz mı? Meselâ, neden hiç değilse milletvekillerini bundan muaf tutmuyoruz?...
Daha genel olarak, tutuklu olmayan sanıkların ille de zorla “ifadesinin alınması”nda ısrar etmekte de bir tuhaflık var. Çünkü, sanığın tutuklanmasını gerektiren bir durum yoksa, zorla getirmemenin kamuya da zararı yok demektir. Böyle bir durumda “zorla getirme”de ısrar etmek olsa olsa mahkemenin veya hakimin kendi otoritesini göstermesine yarayabilir (Gerçek hayatta bu türden “güç gösterisi”ne ihtiyaç duyan epeyce hakim var).
“İfade verme”ye gelmemesi, sadece, sanığı kendisini mahkeme önünde savunma imkânından yoksun bırakır; ama kendi tercihi olduğu sürece bundan şikâyet etmeye de hakkı olmaz. Ama böyle bir durumda sanık kendisini halâ yazılı olarak savunabilecektir. Kaldı ki, zora başvurma tehdidi olmaksızın tutuklu olmayan sanıklara duruşma tarihlerini tebliğ etmekle yetinmek, onların kendiliklerinden mahkemeye gelme ihtimalini artırabilir de.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.