R. Özdenören

R. Özdenören

Prosedür

Prosedür

Usul hukukunda iddianın ve savunmanın tecezzi (bölünme) kabul etmeyeceğine ilişkin bir ilke mevcuttur. Anlamı şudur: gerek iddiada, gerekse savunmada, argümanların bütün rükünlerini birlikte kabul etme zorunluluğu varbulunmaktadır. Rükünlerin bir kısmını kabul edip diğerlerini reddetmek söz konusu değildir. Başka bir deyişle gerek iddianın, gerekse savunmanın, gerek onu dermeyan eden kimse tarafından gerekse onu değerlendirecek olan(lar) tarafından, işine gelen yerini kabul edip işine gelmeyen yerini reddetmek söz konusu değildir. Mesela hadise mahallinde bulunduğunu söyleyen kör bir tanık, yalnızca işittiklerine istinaden bir tanıklıkta bulunuyorsa ve fakat onun işittikleriyle olayın gerçeği arasında fark varsa, onun tanıklığını değerlendirecek olan merci (yargıç), bu tanıklığa dayanarak hükmünü veremez. Şöyle ki, kör tanık işittiklerine dayanarak tanıklıkta bulunuyorsa, onun görmediği de tanıklığının içinde değerlendirilmek gerekir. Başka bir deyişle, görmediği şeyler üzerine söylediği sözleri (tanıklığı) görmüş diye kabul etmek imkân dahilinde değildir. Sonuçta, böyle bir tanığın söylediklerinin bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmeyerek, yani işittiklerini kabul edip fakat görmediklerini kabul etmeyerek bir karara varılamaz. Sonuçta, böyle bir tanığın tanıklığını bütünüyle kabul etmemek gerekir. Meğer ki, tanıklık münhasıran işitsel bir konu üzerinde temerküz etmiş olsun…

Başörtüsü İslâm'ın önşartı değildir diyorlar. Peki baş açıklık cumhuriyetin önşartı mıdır? Eğer sorunun birinci kısmındaki mantığı kabul ediyorsak, ikinci sorunun mantığını aynıyla kabul etmek zorunluluğu ile karşı karşıya geliriz.

Eğer baş örtüsünü İslâmî gerekçeye dayanarak kabul veya reddediyorsak, bu demektir ki, dinin öngörüsünü (her ne idiyse) baştan bir argüman olarak kabul etme durumunda bulunuyorsak, onun sonuçlarına tahammül etmeyi de baştan kabullendiğimiz şartı ortaya çıkar. Şöyle ki:

Dinin argümanları daha baştan, bizim için kabul edilebilir gerekçe olarak iş görüyorsa, onun gerekçelerini işimize geldiği yerde kullanmayı kabul edip işimize gelmeyen yerlerde kullanmayı reddetme hakkını elimizde tutmaya hakkımız ve yetkimiz kalmaz.

Eğer baş örtmenin dince bir buyruk olduğu noktasından hareket ederek dinde böyle bir buyruk bulunmadığını ileri sürmek suretiyle hanımların başını örtmesini kabul edilmez sayıyorsak; bir başkası durumun gerçekte öyle olmadığını, dinin hanımların başını örtmesini öngördüğünü kanıtlaması halinde bu sonucu da kabul etmek mecburiyeti ile karşılaşırız. Prosedürün kaçınılmaz sonucu karşımıza böyle çıkar.

Vaktiyle bir konuşmacı, bir TV programında, bir bilgisayar değerlendirmesinde dünyanın gelmiş geçmiş yüz önemli adamının içinde peygamberimizin birinci sırada değerlendirildiğini ve buradan hareketle peygamberimizin büyüklüğünün herkes tarafından kabul edilmesi gerektiği fikrini işliyordu. İmdi, o zat, şunun farkında değildi: bir bilgisayar programını kendine esas aldığın takdirde, programı öyle verilerle donatırsın ki, peygamberimiz değil o yüz adam içinde birinci gelmek, yüzüncü bile görünmeyebilir. Sonucu bu durumda da kabul etmek zorunda kalırsın. Yani, bilgisayar programını belirleyici olarak kabul ettiğin takdirde, onun çıkardığı sonucu işine gelen yerde benimseyip işine gelmeyen yede reddetme hakkın söz konusu olmaz, olmamalı…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
R. Özdenören Arşivi