Türkiye’nin, Irak’ın kuzeyine operasyonunun anlamı (1)
Türkiye ile ABD arasındaki müttefiklik ilişkilerinin altmış yıllık geçmişinin en kritik dönemecini 1 Mart (2003) tezkeresiyle birlikte yaşamış ve iki “sıkı” müttefikin köprüleri atmalarına şahit olmuştuk. Soğuk savaş yıllarının “iki kutuplu dünya sistemi” konjonktüründe birbirlerine bağlı ve hatta bağımlı konumda olan bu iki stratejik ortak, soğuk savaş sonrası dönemin “geçiş süreci” (1991–2001) içerisinde birbirlerini epeyce tartmış olacaklar ki; 11 Eylül (2001) süreciyle birlikte, biri (ABD) diğerini (Türkiye’yi) epeyce hafife almaya başlarken, beriki (Türkiye) de ötekine (ABD’ye) pabuç bırakmama noktasına doğru ciddi anlamda yol almıştır. Bu gelişmenin bir neticesi olarak, ABD’nin Irak’ı işgale girişmeden önce Türkiye’nin topraklarını kullanabilme ve bu ülkeden her türlü somut desteği alabilme amacıyla getirdiği teklif, 1 Mart 2003 tarihinde TBMM tarafından reddedildi.
Buna rağmen Türkiye, 1 Mart Tezkeresinin reddedilmesine rağmen, stratejik ortaklıktan kaynaklanan yükümlülükler çerçevesinde, ABD’ye her türlü kolaylığı sağlamıştır. Fakat post-modern küresel sistemin tek küresel aktörü konumundaki ABD, Irak’ın işgali aşamasında sağlanan örtülü desteği hiçe sayarak, altmış yıllık alışkanlık ve bağımlılık ilişkilerinin aksine bir tavır sergileyip “tezkereyi reddeden Türkiye”ye karşı korkunç bir intikam ve öç alma hırsına bürünmüştür. Pek tabii olarak, iddiaların aksine, Irak’ta işlerin kötüye gitmesi ve her şeye rağmen Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duyulması nedeniyle ABD, Türkiye’ye karşı gerçek anlamda bir reaksiyon gösteremedi. Ama en azından Türkiye ve Türk askerinin itibarını sarsmak amacıyla, müttefiklik ilişkilerinin verdiği “tahammül sınırları” istismar edilerek, 4 Temmuz 2003 tarihinde, Kuzey Irak’taki Türk özel Harekât Dairesi karargâhına baskın düzenlenerek, “dostluk duygularının verdiği bir anlık gaflete kapılan” 11 askerimizin başlarına çuval geçirmekle kinini kusmaktan geri durmadı.
öte yandan ABD, Türkiye’nin yumuşak karnı konumundaki PKK terörü ile Kürt sorununu derinleştirme hususunda “epeyce” kapsamlı bir “örtülü program” devreye girdirerek Türkiye’yi kendi politikalarına açık bir hale getirdi. özellikle Irak’ın kuzeyindeki “Kürt özerk Yönetimi” liderlerini tahrik ederek, onları Türkiye’ye karşı “sinir bozucu” açıklamalarda bulunmaya sevk etmesinin Türk kamuoyunda oluşturduğu endişe, şüphe, gerilim, düşmanlık ve kin sayesinde ABD, kendince “sinsi duygularını” tatmin etmeye çalıştı. Ancak, Irak ve Afganistan’ı işgal etmenin ABD’ye yüklediği fatura ve sorumluluk arttıkça, Türkiye’nin yeniden kazanılmasının gerekliliği yönündeki telkinler ABD’deki yönetim ve baskı grubu çevrelerinde destek bulmaya başladı. Böylece, 2003-2007 yılları arasında sürekli olarak tahrik ve rencide edilerek, ABD-İsrail-AB egemen mihverinin alternatifini düşünme noktasına itilen Türkiye’nin yeniden pazarlık masasına çekilerek bir şekilde kazanılabilmesi için, 2007 yılı içerisinde, PKK terör örgütünün kanlı eylemlerinin dozajı ve yoğunluğu birden bire şok edici düzeye çıkarıldı.
Hatta bazı yazarların iddialarına bakılırsa, “egemen” Mihverin bu planına bizzat Türkiye’nin içerisinden de destek gelmiştir. İşin ilginç yönü, 27 Nisan 2007 tarihli e-muhtıra ve Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili olarak Hükümet çevreleri ile milliyetçi muhafazakâr kesimlerin önce köşeye sıkıştırılıp, daha sonra da bizzat “egemen” Mihver tarafından desteklenmeleri de bu zaviyede değerlendirilmektedir. Daha da ilginç olan durum şudur: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk döneminde yaşanan sıkıntılar, meydanları dolduran Cumhuriyet mitingleri taraftarlarının toplumu kutuplaştırıcı etkileri ve alınan “erken seçim” kararının İktidar Partisi’ni “ince ayar” politikalarına mahkûm etmesi gibi zorlayıcı koşulların etkisiyle; toplumun İktidar Partisi’ni daha da güçlü bir şekilde iktidara getirmesi, arkasından Cumhurbaşkanlığı seçiminin sorunsuz bir biçimde halledilmesi ve en sonunda da 5 Kasım 2007 tarihinde Başbakanımız R. Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Bush’un “anlaşarak” PKK’nın Irak’ın kuzeyindeki yuvalarına operasyon düzenlenmesi yönünde karar almaları neticesinde, Türkiye ile ABD-İsrail-AB egemen mihveri arasındaki ilişkiler “bahar” havasına bürünmeye başladı.
İşte, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin geldiği bu olumlu aşamayı gösterme adına, 21 Şubat 2008 tarihinde, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki terörist unsurlara karşı bir kara harekatı düzenlemesine bizzat ABD tarafından yeşil ışık yakılmıştır. Açıkçası, ABD’nin taktik müttefiki konumundaki Barzani ve Talabani aşiretlerinin gücendirilmesi pahasına Türkiye’nin “kara harekatı” düzenlemesine yeşil ışık yakılması da göstermektedir ki, ne pahasına olursa olsun ABD, hiçbir şekilde Türkiye’yi gözden çıkarma riskine girmek istememektedir. Ancak, Irak’taki tek istikrarlı bölge olan Kuzey Irak’ın istikrarsızlaştırılmaması için, Türkiye’nin azami dikkati göstermesi ABD’nin öncelikli isteğidir. Peki, ABD, niçin bunca riski göze alarak Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki Kürt özerk Bölgesi’ne bir operasyon düzenlemesine göz yumuyor dersiniz? İşte asıl irdelenmesi gereken husus budur. İmkân olursa, bu konuya daha sonra değinmek istiyorum.