NATO’nun Bükreş Zirvesi’nin Analizi:
Kuzey Atlantik İttifakı örgütü (NATO), soğuk savaş koşulları altında 1949 yılında kurulmuş ve Türkiye’yi 1952 yılında üyeliğe kabul etmişti. Aradan geçen 59 yıllık zaman süresince bu örgütün kuruluş misyonu ile stratejik vizyonu aralıklarla revizyona uğratılarak çağdaş yapısı hep muhafaza edilmeye çalışılmıştır. NATO, daha önceleri statik bir yapı içerisinde sadece üye ülkelerin sınırlarını muhafaza ederek güven, istikrar ve barışa katkıda bulunma hususuna odaklanmışken; şimdilerde artık, “genişlemeci ve yayılmacı” bir eğilime saparak ABD, İsrail ve AB’nin küresel çıkarlarına hizmet etmeye koyulmuştur. Bu bağlamda, 2-4 Nisan 2008 tarihinde, Romanya’nın Başkenti Bükreş’te yapılan NATO Zirve toplantısında bir taraftan İttifakın genişleme meseleleri ile İttifak üyelerinin sınırlarını kapsayacak olan füze kalkanı projesi masaya yatırılırken; diğer taraftan ise özellikle dünyanın çeşitli yörelerinde düzenlenen ve düzenlenecek olan operasyonlar konusuna belli bir çekidüzen verilmiştir.
NATO’nun Bükreş Zirvesinde, öncelikli olarak genişlemeye konu edilerek üyeliğe davet edilen ülkelerden Arnavutluk ile Hırvatistan’ın önü açılırken; Makedonya’nın üyelik meselesi ise Yunanistan’ın “isim takıntısına” takıldı. Evet; İttifak üyelerinden Yunanistan, toprakları içerisinde bulunan Makedonya bölgesi ve Makedonya isminin Yunan tarihine aidiyetini gerekçe göstererek, “Makedonya ismi değiştirilmediği sürece” bu ülkenin NATO’ya üyeliğine karşı “veto” tehdidinde bulunması nedeniyle “Makedonya’nın NATO’ya üyeliği” şimdilik rafa kaldırılmış oldu. öte yandan; Gürcistan, Moldova ve Ukrayna’nın üyelik Eylem Planı’na ve dolayısıyla “üyelik ön hazırlığına” davet edilmeleri “popüler gündem” konusu iken, bu konu da Rusya’nın yoğun tepkisine ve dolayısıyla da Fransa ile Almanya’nın muhalefetine takıldı. Şöyle ki; İttifakın en önemli üyelerinden Almanya ile tam üye ağırlığındaki Fransa’nın, “Rusya’nın enerji kaynaklarına bağımlılıkları”nın gereğini yapmak ve NATO ile Rusya arasındaki ilişkilerin soğuk savaş dönemini andıracak boyutlarda gerilmesinin önüne geçmek için, Ukrayna ile Gürcistan’ın NATO’ya üyeliklerine soğuk yaklaşmışlardır. Kaldı ki Rusya, ABD’nin kararlı tutumuna rağmen, Avrasya bölgesindeki stratejik dengelerin sarsılmaması ve Gürcistan ile Ukrayna’nın NATO’ya üye yapılmamaları için her türlü tehdidi savurmaktan kaçınmamıştır.
Açıkçası, Ukrayna ile Gürcistan’ın NATO’ya üyeliğe alınması yönünde bir ön kabule gidilmemesi hususunda Rusya’nın salladığı tehditler dikkate alınmayacak olursa, sadece Gürcistan’daki ayrılıkçı hareketler değil, aynı şekilde Doğu Avrupa ve Balkanlar’daki ayrılıkçı hareketler de gerçek anlamda bir dış destek bulmaya başlayacaklardır. Hâlbuki NATO’nun Bükreş Zirvesinin en önemli gündem maddelerinden birisi de Kosova bağımsızlığı sonrası özellikle Balkan ülkelerinin güvenlik, istikrar ve barış ortamlarının nasıl garantiye alınacağı hususu idi. Dolayısıyla; Rusya’nın nükleer füzelerle Ukrayna’yı tehdit etmesi ve Gürcistan’daki Abhazya, Güney Osetya, Acaristan özerk bölgeleri ile Moldova’daki Transdinyester ayrılıkçılıklarının bağımsızlık ilanlarını tanıma sinyali vermesi, NATO’nun Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya ülkelerindeki istikrar arayışlarına karşı gerçek bir engel olarak ortaya çıkmaktadır. O nedenle; her ne kadar George Bush ile Viladimir Putin, 6 Nisan 2008 tarihinde Rusya’nın Soçi kentinde “barış mesajları” vererek dünyayı rahatlatmaya çalışmışlarsa da, Rusya Devlet Başkanı Viladimir Putin’in katıldığı 2-4 Nisan 2008 tarihli Bükreş Zirvesi’nde takındığı “meydan okuyucu” tavır, soğuk savaş sonrası dönemin en ciddi ilk NATO-Rusya kapışmasında “Yeni Soğuk Savaş Dönemi”ne geçişin temelleri atıldı denilebilir.
Rusya’nın bu keskin ve tehdit edici çıkışlarına karşın Batı ittifakı, 2002 yılında kurulan NATO-Rusya Konseyi’nin daha da ileri aşamalara taşınması noktasında zemin yoklamaya ve hatta Rus yetkilileri ikna etmeye çalışmıştır. çünkü NATO-Rusya Konseyi’nin kurulmasına karar veren Mayıs 2002 tarihli Roma Bildirisi, her ne kadar terörizmle mücadele konusunda pratik işbirliğini esas almış olsa da, Roma Bildirisi’nin ruhu ve lafzı çok daha ileri düzeyde bir yakınlaşmanın önünü açmaktaydı. Dolayısıyla, 2002 yılında varılan anlayış birliğinin vizyonu çerçevesinde düşünülecek olursa; hâlihazırda NATO’nun birimlerinde temsil edilen Rusya’nın, bir ileri aşama olarak NATO’ya üyelik perspektifi doğrultusunda, üyelik Eylem Planı’na üyelik için ikna edilmeli ve daha sonra da tam üyelik yolunda ilerlemeliydi. Nitekim, 23-24 Nisan 1999 Washington Zirvesi’nde kabul edilen NATO’nun “yeni stratejik savunma konsepti”nin değiştirilerek Tek Kutuplu Dünya Sistemi’nin gereklerine uygun hale getirilebilmesi için Rusya’nın doğrudan katkı ve desteğine ihtiyaç duyulmalıydı. Hâlbuki Bükreş Zirvesi’nde; Rusya ile çin Halk Cumhuriyeti’nin çevrelenmesini hedef alır bir yaklaşımla, NATO’nun “yeni stratejik savunma konsepti”nin oluşturulmasına çalışılmıştır. Kuşkusuz; Ukrayna ile Gürcistan’ın NATO’ya üyeliğinin önü açılmamış ama, füze kalkanı projesi kabul edilerek, “salam taktiği” marifetiyle ‘çevreleme politikası’ kesintisiz bir şekilde sürdürülmüştür.
Pek tabii olarak, sürecin bu şekilde sürdürülmesinde ısrar edilmesi halinde, Şanghay İşbirliği örgütü (Şİö) şemsiyesi altında birlikte hareket etme kararı almış bulunan Rusya ile çin, bu örgütü daha da geliştirerek NATO’nun alternatifini ortaya çıkarmakta gecikmeyeceklerdir. üstelik Rusya’nın tehdit edilmesi ve çin’in köşeye sıkıştırılmaya çalışılmasının neden olacağı negatif atmosfer ve kutuplaşma tehlikesinin etkisiyle belki de orta vadede Avrupa-Atlantik uzlaşması ya da NATO-AB örtüşmesi ciddi anlamda aşınarak olumsuz netice verebilecektir. Benzer bir biçimde, Afganistan’da başarılı operasyonlara imza atarak ilk ciddi “kara harekâtı” başarısı sergileyip dünyanın diğer bölgelerine açılmak isteyen NATO, belki de sırf Rusya’nın hayati menfaatlerini göz ardı etmesi sebebiyle hem Afganistan’da, hem İran’la ilgili hamlelerinde, hem de Genişletilmiş Ortadoğu Coğrafyasının diğer bölgelerinde gerçek anlamda başarısızlıklara uğramak zorunda kalacaktır. çünkü, “can damarı” konumundaki arka bahçesine girilmeye çalışılmasını cevapsız bırakmak istemeyecek olan Rusya, ister istemez NATO’nun ve dolayısıyla ABD ile AB’nin “sömürgeci emperyalizmi” yaymaya çalıştıkları ülkelere el altında destek vermeye başlayacaktır. Böylece, ABD ile Sovyetler Birliği arasında yaşanmış olan soğuk savaşın yeni versiyonu NATO ile Şİö arasında yaşanmaya başlayacaktır. öyle ise, Bükreş Zirvesi’nde temelleri atılan “Yeni Soğuk Savaş” döneminin daha fazla ileri noktalara taşınmaması hususunda, NATO’ya büyük sorumluluklar düşmektedir.