Post-modern küresel sistem ve Türk Dünyası Birliği

Post-modern küresel sistem ve Türk Dünyası Birliği

Post-modern küresel sistem; ulus devletler açısından bir taraftan ayrışmayı özendirirken, diğer taraftan ise birleşmeyi cazip kılan farklı bir çelişki sunuyor. Benzer bir çelişki; uluslararası örgütler ile ulus devletlerin kurumsallaşma ve kökleşme süreçlerine başlangıç oluşturan 1648 tarihli Westphalia Sistemi’nin (barışının) İkinci Dünya Savaşı sonrasında zayıflamayla güçlenmeyi aynı zaman diliminde yaşaması sürecinde yaşanmıştı. Birleşmiş Milletler (BM), Bretton Woods Sistemi (IMF, Dünya Bankası vs. gibi iktisadi örgütlenmeler) ve Kuzey Atlantik İttifakı örgütü (NATO) küresel veya bölgesel çok uluslu örgütlenmelerin en profesyonel bir biçimde şekillendirilmesinden tutun da onlarca yeni ulus devletin ortaya çıkmasına varan gelişmeler Westphalia Barışı’nın vardığı en üst seviyenin göstergeleriydi.
Ancak, İkinci Dünya Savaşı’nın akabinden ortaya çıkan iki kutuplu dünya sisteminin şekillendirdiği soğuk savaş koşullarının dikte ettiği korku, baskı ve endişeleri bertaraf etmek yanında; güçten düşen Avrupa’yı yeniden ayağa kaldırmak ve Avrupalı devletler arasında ortaya çıkması muhtemel sorunları dayanışma içerisinde çözme amacıyla ortaya çıkarılan uluslar-üstü yapılanma (bugünkü Avrupa Birliği) neredeyse Westphalia Sistemi’ne bir meydan okuma anlamına geliyordu. Hakikaten; 1980’li yıllarda iyice belirginleşen bilişim çağının dönüştürücü koşulları ile 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortadan kalkan iki kutuplu dünya sisteminin tek kutuplu hale gelmesi sonrasında değişen uluslararası sistem, Westphalia Barışı’nın ciddi bir şekilde revizyona tabi tutulmaya başlandığının işaretlerini vermeye başladı. özellikle 11 Eylül (2001) süreciyle birlikte; Westphalia Barışı’nın en temel sonucu olan “ulus-devlet sistemi” ufalanarak ‘kent devletlere ayrışma’ (Büyük Ortadoğu Projesi’nin hedefi) ile bütünleşerek ‘ulus-üstü birleşmelere dönüşme’ (Avrupa Birliği, Büyük İsrail ve Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi çalışmalarının hedefi) “çelişkili sürecine” girdirilmiştir.
Söz konusu çelişkili süreç, Batılıların (İsrail dâhil) temsil ettiği Judeo-Hıristiyan gelenek ile dünyanın geriye kalanları arasındaki keskin hesaplaşmaya işaret etmekle kalmıyor; aynı zamanda, 21. asrın ne derece korkunç felaketlere gebe olduğunu da haber veriyor. Gerçekten; 11 Eylül süreciyle birlikte devreye girdirilen Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP), arkasından dillendirilen Genişletilmiş Karadeniz Projesi (GKP) ile Genişletilmiş Akdeniz Projesi (GAP) ne derece binlerce kent devletinin doğuşuna yönelik hazırlıklara işaret ediyorsa; benzer bir biçimde Avrupa Birliği, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi ve Büyük İsrail projeleri de ulus-üstü yapılanmalara ve dolayısıyla dünyanın geleceğinin yeni hesaplaşmalara gebe olduğuna işaret ediyor.
Başka bir yaklaşımla ifade edersek; tek kutuplu dünya sisteminin tek aktörü konumundaki ABD ile İsrail-AB üçlü mihverinin şekillendirmeye çalıştığı post-modern küresel sistem “antik milliyetçilik” ile “etnik milliyetçilik” temelinde çifte standarda tabi tutulduğu için, dünya sisteminin geleceği epeyce karanlık görünüyor. çünkü Egemen üçlü Mihver, antik Yunan ve Roma geleneklerinden esinlenerek “antik milliyetçilik” temelinde “ulus-üstü” yapılanmayı kendilerine uygun görürken; dünyanın diğer devletleri ile halklarına, “etnik milliyetçilik” temelinde parçalanarak ayrışmayı ve neticede binlerce kent devletine dönüşmeyi dayatıyor. Böylece, çifte standarda dayalı bir şekilde inşa edilen tek kutuplu dünya sistemini daha şimdiden ölü doğmaya mahkûm ediyorlar.
Kuşkusuz post-modern küresel sistemin çifte standartlara mahkûm edilmesi ve dünya sisteminin kaosa sürüklenmesi gibi kriz koşullarını fırsata çevirmek Türkiye için pek de zor olmasa gerektir. Zira, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan beş adet yeni bağımsız Türk Devleti ile çok sayıda özerk Türk devleti, Türkiye’nin önüne büyük fırsatlar sunmaktadır. özellikle, Avrupa Birliği üyeliğini yakalama uğrunda verilen altmış yıllık uğraşın neticesinde elde edilen müthiş deneyim, Türk Dünyası Birliği’ne giden yolun açılmasında, Türkiye’ye müthiş performans, etkinlik ve kazanımlar sağlayacaktır. öte yandan; Batı ittifakının vazgeçilemez ortaklarından olan Türkiye, kendisine dikte edilmeye çalışılan “etnik milliyetçilik” projelerine alternatif olarak “antik milliyetçilik” projesini devreye girdirme yolunda profesyonelce bir davranış sergileyebilirse, inanıyorum ki Batılı dostlarının muhalefetini kırmakta zorlanmayacaktır. Hakikaten Rusya’nın son yıllarda gerçekleştirdiği Batı karşıtı hamleleri, Şanghay İşbirliği örgütü’nün “ikinci bir blok” olma yolunda ilerleyişini sürdürmesi ve İslâm dünyasında keskinleşmeye yüz tutan Batı karşıtlığı gibi gelişmeler çerçevesinde bakılacak olursa; “egemen Mihver, Batı ittifakı ile “ortaklık” ilişkisine yatkın bir “Türk Dünyası Birliği” projesini devreye girdirecek olan Türkiye’nin isteklerine karşı fazlaca direnç gösteremeyeceklerdir.
Sonuç olarak; “post-modern küresel sistem” tehlikeli bir yöne doğru sürükleniyor olsa da, söz konusu küresel kriz ortamından istifade edilme becerisi gösterilebilirse, Türk Dünyası Birliği’nin oluşturulması yolunda önemli mesafeler alınabileceğine inanıyorum.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi