Hayalet taşlamayı bırakın dönüp gerçeklere bakın!..

Hayalet taşlamayı bırakın dönüp gerçeklere bakın!..

Bazıları ağız birliği etmiş, aynı nakaratı tekrarlayıp duruyorlar:
Yok efendim, ihbarcı neden 4.5 ay bekledikten sonra bu belgenin aslını ortaya çıkardı?
Neden tam da bu zamanda, bugünlerde bunu yaptı?
Niçin belgeyi askerî savcılığa göndermedi de, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdi?
Dahası, bu belge neden basına sızdırıldı?
Subay olduğunu iddia eden ihbarcı, niçin yalnızca belgeyi ortaya çıkarmakla yetinmedi de, belge üzerinden askerleri ve bazı CHP’lileri suçlama yoluna gitti?
Yoksa açılım sürecinin tıkanması üzerine, bu şekilde gündem mi değiştiriliyor?..
Buna benzer daha pek çok soru soruluyor.
Lakin esas soruyu hiç, ama hiç dile getirmiyorlar! O soru şu: Bu belge gerçek mi, değil mi?
Esas mesele bu... Gerisi teferruat. Önce bu temel meseleyi her yönü ile didikleyelim, gerçeği ortaya çıkaralım. Ondan sonrası kolay. Ne var ki, belgenin gerçek olup olmadığını irdelemeden, bir sürü tezvirat yapılıyor. Bu şekilde belki kısa bir müddet zihinler karıştırılabilir. Er veya geç, sonunda kaskatı gerçekle yüzleşmek kaçınılmazdır. Onun için, bu ucuz yönteme kimse artık sarılmasın. Cesaretle ve dürüst bir şekilde, işin hakikati her yönüyle gün yüzüne çıkarılsın.
O zaman da, şu hususlar da tam olarak anlaşılır:
Bir-Gayrimeşru yollardan hükümeti düşürmeye yönelik plan ve çalışmalar var mı yok mu?
İki-Böyle bir şey yok da, bu belge üzerinden yürütülen bir siyasi hesaplaşma mı söz konusu?
Üç-Burası çok önemli: Ordu içinde klikler arası mücadele ve çatışma mı var? Yani yüksek rütbeli subay ve generaller arasında, birbirini tasfiye etmeye dönük operasyonlar mı yaşanıyor?
Evet... Geçmişe dönüp baktığımızda, bugünkü olayları anlamamıza yardım edecek pek çok şeyin yaşandığını görüyoruz. Mesela cuntaları, cuntaların bölünmesini (MBK içinden 14’lerin tasfiyesi...), karşı cuntaları (Silahlı Kuvvetler Birliği, 9 Mart ve 12 Mart Cuntaları...vb.) hatırlayın. Tayin ve terfilerde kurum içinde yaşanmış olan çekişmeler, ayak kaydırmalar, bunun için aile fertlerinin de dahil edildiği yıpratmalar...
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, savunma refleksi ile; bahse konu belgeye ve bu belgeyi savcılığa gönderen, (onun ifadesiyle) “muhbir vatandaş”a yükleniyor. CHP’nin silahlı kuvvetlerle ilişkisinin kendi ilkeleri doğrultusunda yürüdüğünü ifade ediyor. Doğrudur... Her fırsatta Ergenekon sanıklarına selam gönderen Sayın Baykal’ın 28 Şubat sürecinde, TSK tarafından yürütülen anti demokratik müdahaleleri, yani kısaca “Post Modern Darbe”yi, bir nevi “Sivil Toplum Örgütü Çalışması” olarak değerlendirmesi hafızalarda...
Belge niçin medyaya sızdırılmış? Bu konuda Hürriyet’ten Hadi Uluengin’in yazısına (28 Ekim) bakmak belki bir fikir verebilir: “... Eğer söz konusu ihbar mektubu medyaya sızmasaydı; hatta bırakın sızmasını ve hatta bırakın Ergenekon savcılığına gönderilmesini, söz konusu muvazzaf subay aynı ihbarı, çatısı altında yer aldığı kurumun askerî savcılığına yollasaydı, acep sonu ne olurdu?
.......
Ve tabii, emir-komuta zincirine tâbi olan o askerî yargı soruşturma başlatacak mıydı? Bunlara ‘evet’ cevabı verecek olanın alnını karışlarım!...”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi