Güzel şeyler de olabilir...
Ortalık yine tozduman. Domuz Gribi'nin salgın tehlikesi taşıması sebebiyle 43 milyon doz aşı siparişi
vermiş durumdayız. Aşının gelen ilk partisi tatbik edilmeye başlanmış olmasına rağmen; birileri aşı oldu, başka birileri olmadı; olan neden oldu, olmayanın derdi ne?.. muhabbetindeyiz.
Türkiye neden kendi aşısını kendisi geliştirmiyor sorusu ise arada kaynayıp gidiyor...
Türkiye gibi, tarım yapılabilecek alanları alabildiğine geniş ve ama tarımın üvey evlat olarak görüldüğü bir ülkede, sağlık ve ürün nesli açısından riskler taşıyan GDO'lu gıdaların tartışılması yerine, tarımın nasıl geliştirilebileceği üzerine tartışmalar yapılsa ve başta sulama olmak üzere bu hususdaki eksikliklerin giderilmesine çalışılsa, ne iyi olurdu.
GDO'lu gıdaların taşıdığı riskten bahis açıldığında, ilaçlamanın taşıdığı riskler de zikredilmeye başlandı.
GDO'nun uzun zamana yayılan muhtemel etkilerinin yanında, tarımda kullanılan ilaçların ani risk faktörü taşıdığı; dolayısıyla tartışma önceliğinin bu ilaçlar üzerine olması gerektiğini vurgulayan uzmanlar var. Ve belki de çok haklılar.
Bütün tartışmaların odaklandığı nokta ise, Türkiye'nin kendiliğinden yapabileceği birçok şeyin dış bağlantılı hale gelmiş olması.
Tarım konusunda faaliyet gösteren ve dünya çapında çalışan bazı firmaların at oynattığı ülkelerden birisi halindeyiz ve dolayısıyla ne yapıp ne yapmayacağımız, sanki bizden çok onların bileceği bir iş gibi.
Oysa tarım ve hayvancılık stratejik bir alan ve kendi kendine yetemeyen ülkeleri bekleyen gelecek de pek parlak değil.
Türkiye'nin kısa bir süre öncesine kadar tarım ve hayvancılık konusunda kendi kendine yetebilen ülkelerden birisi olduğu, malum.
Aslında konuyla alakalı birikimleri olan insanların, tarım ve hayvancılıkta nasıl olup da kendi kendimize yeter halden uzaklaştırılıp, uluslararası pazarda alıcı haline getirildiğimiz üzerine çalışmalar yapmasında ve tabii bu halden nasıl kurtuacağımız üzerine, kamuoyuyla paylaşılacak fikirler geliştirmelerinde büyük fayda var.
Kendi çiftçilerini sonuna kadar destekleyen batı ülkelerinin, uluslararası birtakım kuruluşları kullanarak, ülkemizde tarıma olan desteğin kaldırılması için neden baskı yapmaya çalıştıklarından başlayıp, ülkemiz yöneticilerinin bu tür politikaları uygulamaya nasıl razı edildiklerine kadar gidebilecek aklı başında bir araştırma, birçok şeyin düzelebilmesi açısından, belki de iyi bir başlangıç olurdu.
Tarım, hayvancılık ve birçok meselede doğru dürüst şeylerin yapılabilmesi için ülke insanının bazı gerçekleri öğrenmesi ve bu hususta yanlış yapan yöneticileri, lisanı münasiple uyarması, zannedildiğinden daha fazla fayda sağlayabilir.
Çünkü bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de kamuoyu önem kazanmaya başlamıştır ve bu önem, yapılan yönlendirmeler sebebiyle şimdilik bir anlam ifade etmiyor gibi gözükse de, doğru bilgiler uygun bir şekilde yayılmaya başladığı zaman, yanlış yapanların bulabileceği fırsat kalmayacaktır.
Kendisi zaten büyük ve zengin bir pazar olan ve çevresi itibariyle de büyük bir dış pazar imkanına sahip olan Türkiye'nin, tarım ve hayvancılık alanında atılımlar yapmasının önündeki engellerin kaldırılması ve derhal gerekli adımarın atılabilmesi çok da zor değildir.
Yeter ki istensin!..
Yönetici kesimin bunu istemesinin yolu, insanların bunu ister hale gelmesiyle mümkündür. İnsanlar ise, bilirlerse isterler...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.