Avrupa Birliği başkan seçmiş neyime!..
AB’ye tam üye olma heyecanının eskisi kadar olmadığından şikâyet edenlere şunu sormak lazım: Peki AB’nin kendisinde bir heyecan kaldı mı?!.
O kadar uğraşıp hazırladıkları AB Anayasası Fransa ve Hollanda’da yapılan halk oylamaları sonucu, daha baştan bertaraf edilmedi mi? Denilebilir ki, Lizbon Antlaşması da o anayasanın temel hükümlerini koruyor. Doğrudur. Bu antlaşmanın kabulü ile, AB’nin maruz kalabileceği bir erken dağılma şimdilik savuşturulmuş oldu ama; AB’ye üye hiçbir başkentte, hayal edilen küresel güce sahip olacak bir AB için, umut yok denilse yanlış olmaz...
AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu)’den AB’ye geçiş galiba biraz beklenenden daha hızlı ve kolay olmuştu. Ortak para birimi Euro’ya geçiş Birliği oldukça güçlendirmişti. Ama ondan sonra işler beklendiği gibi gitmedi. Art arda patlayan krizler, birliğin prensip ve ideallerinden törpü yapılarak atlatılmaya çalışıldı. Anayasanın Lizbon Antlaşmasına dönüşümü de öyle.
Şimdi AB’de tam bir siyasi miyopluk yaşanıyor dense yeridir. Zira Birliğin ipleri Merkel ve Sarkozy gibi, Avrupa için çok çapsız kalan politikacıların elinde... Ve onlar kendilerinden daha çapsız yöneticilere yol açarak, konumlarını muhafaza etmeye çalışıyor.
Lizbon Antlaşmasından sonra, bu ikilinin gayretiyle seçilen ilk başkan Belçika’nın Başkanı Herman van Rompuy... Dışişleri ve Güvenlik politikasını yürütecek yüksek komiserliğe de AB Komisyonunun ticaretten sorumlu İngiliz üyesi Barones Catherine Ashton getirildi. Her ikisi de silik, sönük ve bu konularda birikimi olmayan isimler.
Avrupa basını, özellikle İngiliz basını ateş püskürüyor... Mesela Guardian gazetesi diyor ki: “Bırakınız bu kişilerin Washington, Moskova, Pekin gibi merkezlerde ciddiye alınmasını, Brüksel’de bile trafiğin durmasına neden olacak isimler değil!..” Financial Times da şöyle diyor: “Avrupalı liderler AB’nin tepesine kendilerinden daha silik bir isim seçerek güçlerini korumayı seçti. AB’nin bu başkan ve dışişleri bakanı ile dünyada daha etkin ve söz sahibi olma şansı ortadan kalktı...”
Bireysel tepkiler çok daha sert. Mesela Yeşillerin lideri Daniel Cohn-Bendit; “AB dibe vurdu...” diyor. Fransa eski Başbakanı Michel Rocard da: “Çok berbat bir seçim oldu. Bu Siyasi Avrupa ölmüştür...”
Evet Garp, pardon AB cephesinde durum böyle!
Peki Rompuy nasıl biridir? Tesadüfen Belçika başbakanlığına yükselmiş, yukarıda da ifade edildiği üzere silik bir şahsiyet. Kendisine göre uygarlık Batı’nın eseri ve Batı da Hıristiyanlığın dünyasıdır...
2004 yılında Belçika Parlamentosunda yaptığı konuşmada Türkiye hakkında şöyle demişti: “Türkiye Avrupa’nın bir parçası değil ve asla bir parçası olmayacak. Avrupa’da yürürlükte olan evrensel değerler -ki bunlar aynı zamanda Hıristiyanlığın temel değerleridir- Türkiye gibi büyük bir İslam ülkesinin girişiyle gücünü yitirir...”
Başkan seçildikten sonra da şöyle demiş: “Türkiye hakkındaki görüşlerim belli. Ama benim kişisel görüşlerim AB politikalarını etkilemez...” Etkilememesi mümkün değil. Lakin bu gidişle, AB’nin kendisi de fazla etkili olamayacağı için; ‘Rompuy’un duruşu hiç önemli değil’ demek belki daha doğru olacak... O halde şöyle bağlayalım:
Sarkozy ne kadar boyundan büyük laflar ederse etsin, AB’nin geleceği parlak görünmüyor!..