“İlâhî ikaz”, beraat, kurban ve bayram…
Türkiye’nin dinden tecrid ideolojik resmî rejimi, antidemokratik haliyle seksen küsur yıldır millete bedel ödetiyor.
27 Mayıs kanlı ihtilâli, 12 Mart muhtırası, 12 Eylül darbesi ve 28 Şubat postmodern darbesi, yalnız millet irâdesinin temsilcisi Meclislerin kapısına kilit vurmakla, meşru hükûmetleri silâh zoruyla alaşağı etmekle, siyasî partileri kapatmakla kalmadı; inanç ve ifâde özgürlüğünü, temel hak ve hürriyetleri kurban etti…
Darbelerle, ara rejimlerle, cuntalarla, andıçlarla, demokrasi şehidlerini, hakkı, hukuku, kurban verdirdi.
Daha ilk Meclis’te, “Bu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek” diye ikaz eden ve Cumhuriyetin demokrasi ve milletin değerlerini oluşturan dinden ve mânevî mayadan mahrum bırakılmamasını öğütleyen Bediüzzaman’ın tavsiyelerinin dinlenilmemesi sonucu, inkârcılık ejderhası imanın erkânına ilişti.
İstiklâl Mahkemelerinde yüzbinlerce mâsum vatan evlâdı yargılandı, idam edildi. “İhtilâlinin olgunlaşması” için binlerce gencin “sağ-sol” ideolojik kavgalarla, anarşiyle can vermesine seyirci kalındı. Ve çeyrek asrı aşkındır süregelen kavmiyetçi terör dâvâsı yüzünden bu ülkenin kırk bin insanı kurban edildi. Bediüzzaman’ın tesbitiyle, “din yerine milliyeti ikâme eden” demokrasi zâfiyeti içindeki zihniyet ve sistemle, “hayat-ı içtimâiyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirle”, millet zehirlendi. “Ecnebinin politikasına âlet” olundu…
HAK VE HUKUK KURBANI…
Kısacası, hâriçteki düşmanların parmak karıştırmalarına zemin hazırlandı. Milletin fakr-û hali nazara alınmadı; âsâyiş temini ve “terörle mücadele” uğruna iki düzine GAP’ı inşa ettirecek dörtyüz milyar dolar para harcandı. Hapse atan, fişleyen, mağdur eden darbeler ve demokrasiden bîbehre ara rejimler, hak ve hürriyetleri katletti…
Eski Peygamberlerin kavimlerinin başına gelen felâketlere ve İlâhî ikazlara dair yüzlerce Kur’ân âyetine, Peygamberimizin hadislerine dayanarak deprem gibi umumî bir musîbete yine Kur’ân’ın açık tefsiri ve hadisin diliyle “İlâhî ikaz” denildiği ve yazıldığı için, başta gazetemizin imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular olmak üzere, on yazarı yargılandı…
1999’da resmî rakamlara göre 15 bin, gerçekte 50-60 bin insanın ölümüne sebebiyet veren, şehirleri, kasabaları yerle bir eden Marmara-Gölcük ve Düzce depremlerinin ardından, sırf depremin mânevî boyutunu dinî esaslara göre izâh edenlere açılan dâvâların çoğu ceza aldı.
Deprem sonrası Kur’ân tefsirini, Ankara Kocatepe Camiinde okutulan “Bediüzzaman Mevlidi”nde gazetecilerin soruları üzerine açıklayan Kutlular Ağabey’e iki yıl bir gün ceza verildi.
Türkiye, 28 Şubatı, demokratikleşmeyi, Avrupa Birliği müktesebatını, demokrasinin standartlarını yükseltmeyi, hukukun üstünlüğünü, yargı reformunu, düşünce ve ifâde hürriyetini tartışırken, 276 gün hapis cezasını çekti.
Verilen cezanın bitmesine günler kala, yine bir Kurban Bayramı öncesi haksız mahkûmiyetten dönüldü ve tahliye edildi. Lâkin demokrasi dışı zihniyet, hakkı ve hukuku kurban etmeyi sürdürdü.
Onca haksız muamele, mahkûmiyet ve mağduriyetten sonra, 1999’da başlayan yargılama, on yıl sonra ancak 2009’da beraatla sonuçlandı. Ne var ki yine de AB ile müzâkere sürecinde Ankara’nın kırk yıldır taahhüd ettiği “ulusal program”la, “ilerleme raporları”yla, söz verdiği “katılım ortaklığı belgesi”yle, mahkemelerin kanaatiyle değil, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararıyla…
KURBAN BAYRAMI HEDİYESİ…
Zira AİHM, depreme dinî esaslar ve târifler istikametinde “İlâhî ikaz” denilmesini, önce DGM’lerin, ardından yerine geçen ağır ceza mahkemelerinin, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” gibi garip yakıştırmalarla güya AB müktesebatına ulaşmak için değiştirilen “yeni ceza yasası”na göre de “suç” saymasının aksine, ‘’ifade özgürlüğü hakkının ihlâl edildiği’’ne hükmetti.
Bunu üzerine dokuz yıldır cezada direten mahkeme, “yargılanmanın yenilenmesi ve kararının yeni Türk Ceza Kanunu’na uyarlanması başvurusu” üzerine, Anayasanın 90. maddesindeki, TBMM’nin onayladığı “milletler arası anlaşmaların kanun hükmünde olduğu ve bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı” kaydına göre, yapılan duruşmada beraat kararını vermek durumunda kaldı…
İlginç olan, hükûmetin tavrı idi. 28 Şubat postmodern darbesinin siyasî aktörü Anasol-D’nin tam bir ifâde özgürlüğü katli olan “İlahî ikaz dâvâları”na ilgisizliği mâlumdu. Ancak “28 Şubat süreci”nin tepkisiyle yedi yıldır iktidarda olan AKP hükûmetinin, tıpkı “Leyla Şahin davası”nda dinî bir vecîbe olan “başörtüsünü laikliğe aykırı, siyasî simge ve gerginlik sebebi” sayması gibi, AİHM’e gönderdiği “savunma”da depreme “İlâhî ikaz” denilmesini “suç” sayılıp yargılanmasını ve ceza almasını açıkça “savunması”ydı…
Bayram öncesi beraat, din ve demokrasi dışı laikliğe kurban edilen hak ve hürriyetlere bir Kurban hediyesi oldu. Hakkın hatırını her hatırdan üstün tutup hiçbir hatıra fedâ etmeyen; dâvânın izzet ve şerefini önceleyen, haksızlığa, zulme, musîbetlere karşı sabır ve sebâta son bir örnek oldu…
Kurban Bayramınız mübârek olsun…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.