Giriş-Gelişme-Sonuç
Şimdi de öyle mi bilmiyorum...
Okulda kompozisyon yazma diye bir ders vardı. Yani bir konu hakkında makale yazma...
Bir de kalıbı vardı bize öğretilen: Giriş-gelişme-sonuç...
Önce bir giriş yapmalıydık, seçtiğimiz konuyu özetleyen; sonra izahat ve örneklerle detaylandırmalıydık; son bölümde de toparlayıp hüküm cümlesini koymalıydık.
Öğretmenler, bu üç bölümün paragraf uzunluklarının da ne kadar olması gerektiğini söylerlerdi.
İlk bakışta “ne güzel işte, formel düşünme ve anlatma yeteneğini kazandırıyor” dedirtecek bir eğitim metodu...
Ancak, okulda kompozisyon yazan çocuk büyüdüğünde, hayatın içinden çıkıp gelen hadiselerin, sorunların öyle giriş-gelişme-sonuç formülüyle anlaşılamayacak ve anlatılamayacak kadar girift ve değişken olduğunu fark ederdi.
***
Oysa, hayatla adamakıllı bir bağ kurmak, olan biteni anlamak için giriş-gelişme-sonuç formülü yetmiyor.
İçinde insan olan, heyecan, sevinç, umut, öfke olan hangi konuyu bu formülle idrak edebiliriz ki ?
Gelişme zannettiğiniz şeyin aslında bir sonuç olduğunu, sonuç diye tarif etmeye çalıştığınızın yepyeni bir girişe tekabül ettiğini gösterir hayat...
***
Sadece analitik düşünerek, kalıplara hapsederek ne insanı anlayabiliriz, ne de hayatı...
Duyguların, maneviyatın olmadığı anlama çabası beyhude bir uğraştır.
“Hayatın ruhu” tabiri çok şiirsel gelebilir ama, o hayatın içindeki her insanın bir ruhu olduğunu unutmasak keşke...
Ve insanı insan yapanın da o ruh olduğunu...
Taş
İzmir’de “çağdaş abla ve abiler” DTP’lilere taş attılar. Alkışlandılar.
Güneydoğuda “çocuklar” güvenlik güçlerine taş attılar. Tutuklandılar.
Eylem aynı eylem... Ama yapan ve yapılan farklı olunca...
Hey gidi kavanoz dipli dünya...
***
Bayramınız mübarek olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.