Hastanede gelen hidayet
Mekanı cennet olsun, üstad Necip Fazıl ne güzel söylemiş; “Rabbim isterse sular büklüm büklüm burulur..”
Evet, O isterse her şey olur.. Alim zalim, zalim alim olur!.. Ya da; 40 yıl, 50 yıl günahkar yaşayan, ancak O dilerse tövbekar olur..
Değerli dostlarım, Mart ayı geldiğinde 1915’ler hatırlanır.. Bu aziz vatan için çanakkale’de fedayı can eden o mübarek şehitler anılır.. Hepsine bir kere daha Allah’tan rahmetler diliyoruz..
Bugün okurken hüzünleneceğinizi tahmin ettiğim bir yazıyla çıkıyorum karşınıza.. Tam bir ibret vesikası..
Olay, 1950’li yılların sonlarında geçer.. İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olan Dr. ömer Musluoğlu, ihtisas için Amerika’ya gider.. New York’taki Medical Center’da görev alır.. Amerikalılar yeni doktorları hemen hasta tedavisinde kullanmadıklarından ömer Bey’in vazifesi de, kan almak, elektrokardiyografi gibi işlerdir.. Günler geçer ve bir gün yaklaşık 70 yaşlarında olan bir hastayla karşılaşır Dr. ömer Bey!. Adam kanser hastasıdır.. Ve bu hasta adamdan kan alması gerekiyordur Dr. ömer Musluoğlu’nun!.. Selam verir Dr. ömer ve yaşlı adamdan kolunu açmasını ister.. Adam dalgın ve ilgisiz bir biçimde kolunu açar.. Fakat o da ne!.. Adamın pazusunda Türk Bayrağı dövmesi vardır.. Şaşırır Dr. ömer ve sorar; “Efendim, siz Türk müsünüz?..” “Hayır” der yaşlı hasta!.. Merakı geçmemiştir Dr. ömer Bey’in ve yine sorar!.. “Peki bu kolunuzdaki Türk Bayrağı neyin nesidir?..” “Aldırma” der adam, “öyle bir şey işte!..” Israr eder Dr. ömer.. “Efendim, bu benim için çok önemli, bu bayrak benim bayrağım, benim milletimin bayrağı!..” Adam bunun üzerine kısık duran gözlerini biraz daha açarak doğrulur ve sorar; “Siz Türk müsünüz?..” “Evet” diye cevap verir Dr. ömer!
İhtiyar adam hasta bedeninden beklenmeyen bir çeviklikle bir anda doğrulur ve “Madem ki Türk’sün, o halde beni iyi dinle” diyerek başlatır anlatmaya..
Yıl 1915.. İngilizler, bütün Hıristiyan ülkelerden çanakkale’de savaşmak üzere asker topluyorlardı.. Ve şöyle diyorlardı: “Barbar Türkler bütün Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar.. Bu savaş Hıristiyanlık için çok önemlidir.. Birlik olup üzerlerine gideceğiz!.” Biz de inandık bu sözlere.. Ben Avustralya Anzak’larındandım!.. Bizi toplayıp gemilere bindirdiler ve Mısır’a götürdüler!.. Orada birkaç ay talim gördükten sonra çanakkale’ye geçtik.. Savaş çok şiddetliydi.. öyle ki, denize düşen bombalar suları metrelerce yukarı fışkırtıyordu.. Yüzlerce insan bir anda ve hayatlarının baharlarında can veriyordu.. Biz karaya çıktık, ancak Türk’ler tarafından püskürtüldük.. Göğüs göğüse bir savaş yaşıyorduk Türk’lerle.. Ve o anda bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim!.. Ayıldığımda yaralarımın sarıldığını ve Türk askerlerinin zaten az olan kendi yiyeceklerinden bana da ikram ettiklerini gördüm.. Gerçekten şoke oldum.. Beni isteseler öldürebilirlerdi, ama öldürmediler!.. üstelik bana ekmeklerini, sularını verdiler.. Yalnız bana değil, diğer esirlere de insanca muamele yapıyorlardı.. Kendi kendime; “Yazıklar olsun bana” dedim!.. “Bu asil insanlarla ben niye savaştım!.. Bu İngilizler ne yalancıymış, ne kadar Türk düşmanıymış” diyerek pişman oldum!..
Neticede savaş bitti, bizi serbest bıraktılar, ben de memleketime döndüm!.. Fakat kafam kurcalanıp duruyordu.. Ben bu hamiyetli insanlar için ne yapabilirdim?.. Onları hatırlamak adına ne olursa olsun bir şeyler yapmalıydım.. Sonunda, Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma işte bu dövmeyi yaptırdım!.. Doktor, kadere bak ki, Allah yıllar sonra karşıma yine bir Türk’ü çıkardı.. çanakkale’de yaralarımı sarıp beni ölümden kurtaran o vicdanlı insanlara sen de ilave oldun.. Aynı işleri şimdi sen yapıyorsun!..
Bundan sonrasını ise olayın kahramanı Dr. ömer Musluoğlu’nun ağzından dinleyelim.. Yaşlı ihtiyar bir müdddet nemli gözlerle pencereden dışarıya baktı ve ardından sordu; “Doktor senin adın ne?.” “ömer” dedim!.. Yine sordu; “Peki niye ömer ismini vermişler sana?..” “Babam, Müslümanların ikinci halifesi olan Hz. ömer’den ilhamla bu ismi vermiş” diye cevap verdim.. Tekrar doğruldu ve “Senin adın Müslüman adı mı?” diye sordu.. “Evet” dedim yaşlı hastaya!.. Gözleri dolu dolu olmuştu.. Konuşmaya devam etti: “Doktor, benim adım şimdiye kadar Josef Miller’di, bundan sonra ömer olsun!..” “Tamam öyle olsun” dedim!..
Kısa bir an sustuktan sonra, “Doktor, beni Müslüman eder misin?” dedi.. Meğer bunu hep düşünürmüş, ancak bilmediğinden kimseye bir şey soramazmış!.. “Elbette, Müslüman olmak çok kolay” dedim!.. Kendisine anlayabileceği şekilde “imanın ve İslâm’ın şartlarını” anlattım.. Hem kelime-i şehadet getiriyordu, hem de ağlıyordu.. O gün öyle geçti.. Ertesi gün yaşlı hastamın yine yanındaydım.. “Müslümanların tesbih çektiğini çanakkale’den hatırlıyorum, bana bir tesbih getirsene.. Yatağımda tesbih çekip Allah’a yalvarayım!..” dedi.. Hemen bir tesbih bulup getirdim!.. Rahatlamıştı.. Bundan böyle yanına daha sık gelmemi ve İslâmiyet’i anlatmamı istedi.. Ardından da ekledi: “Doktor, anlat bana, anlattıkça kalbim ferahlıyor!..”
O günden sonra daha sık gittim yanına!.. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu.. Ve bir gün hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum; “Dr. ömer Bey lütfen 217 no’lu odaya gidiniz!.” Bir anda içime bir acının saplandığını hissettim.. Bu odada tanıdık biri yatıyordu.. Bu oda, müslüman olan ömer amcanın odasıydı.. Hemen yukarıya çıktım, odaya vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi; sağ elinde tesbih, sol pazusundaki Türk Bayrağı ve göğsünde imanıyla beraber “Anzak ömer” son anlarını yaşıyordu.. Hemen yanıbaşına oturdum ve kendisine kelime-i şehadeti söylettim.. Kelime-i şehadet getire getire ruhunu teslim etti ömer amca...
Neticede o da bir çanakkale gazisiydi.. Müslüman Türk milletine olan sevgisi sayesinde Allah(cc) kendisine iman nasip etmişti..
Ve başucunda ağladım!..
Evet, değerli okuyucularım, ben de bu satırları sizlere yazarken ağladım!..
Beni de çok etkiledi Anzak ömer!.
Allah rahmet eylesin!.
ömer amcanın ve tüm şehitlerimizin ruhuna Fatiha..