ABD mi istiyor yoksa Türkiye inisiyatif mi alıyor?
Kadir Has Üniversitesi'nde geçmişten günümüze Türk-Rus ilişkilerinin ele alındığı konferansın konuşmacıları arasında Dışişleri eski Bakanı Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel yer alıyordu.
Konuşmasına "Türkiye'nin köprü değil de kavşakta yer alan bir ülke olduğunu ve bu kavşakta Rusya ile birlikte yer aldığımızı dolayısıyla bu fırsatın değerlendirilmesi ve iki ülkenin ilişkilerini geliştirmesi gerektiğini" belirterek başlayan Prof. Dr. Gürel, "ancak Türkiye, izlediği yeni politikalarla yüzünü Ortadoğu'ya döndü" diyordu.
Kahve arasında kendisine "bu iddiasını ve de izlenen Türk dış politikası konusunda neler düşündüğünü" sordum.
"Kaygılarım var" dedi.
"Kaygılarımın başında da şu geliyor: Amerika Birleşik Devletleri, önümüzdeki yılsonunda Irak'tan çekilme kararı almış olması ve çekilirken de Türkiye'yi kendi yerine vekil olarak bırakmak istemesi... Bütün bu açılımlar, saçılımlar biraz da bu yüzden oluyor. Ben bugünkü iktidarın İsrail karşıtı söylemini bile Amerika Birleşik Devletleri'nin icazetiyle, Arap ülkelerine yakın görünmek için benimsediği kanısındayım. Yeni dışişleri bakanının, yeni Osmanlıcılık ifadesini açıkça ifade ediyor olması bu kaygılarımı daha da artırıyor."
Konuşmasında da belirttiği gibi "Dolayısıyla Türkiye'nin eskiden olduğu gibi yalnızca Ortadoğu'ya saplanıp kalmayan çok yönlü dış politikayı benimseyip, gütmesi yerine yüzünü sadece Ortadoğu'ya dönmesi beni kaygılandırıyor" dedi ve ekledi " Çünkü Türkiye gerçekten önemli bir kavşak noktasındadır. Dolayısıyla yalnızca Ortadoğu'daki komşularımızla değil, diğer komşularımızla ilişkilerimizi geliştirmemiz mümkün..."
Bir soru daha yönelttim; "Türkiye'ye rol mü verildiğini düşünüyorsunuz?"
"Yani size göre; Türkiye aktör değil de ona rol verildi, öyle mi?" diyorum
"Evet, ben öyle düşünüyorum" diye cevapladı.
İtiraf etmeliyim, Türkiye'de bir dönem Dışişleri bakanlığı yapmış bir akademisyenin bu yorumu beni çok şaşırttı...
Batılı siyasi yorumcuların söylemleriyle örtüşen bu ifadeler zihnimde çok sayıda sorular oluşturdu...
Örneğin Sayın Gürel, komşularla yakınlaşma ve İsrail'e karşı son dönemde izlenen politikaları ABD'nin bu yıl Irak'tan çekilme kararına bağlıyor. Ancak;
*Suriye ile yakınlaşma Irak'ın işgali öncesi, Hafız Esad'ın ölümünün akabinde başlamamış mıydı?
*ABD'nin şer ekseni olarak tanımladığı üç ülkeden ikisiyle yani; İran ve Suriye ile Türkiye'nin yakınlaşmasında Washington'un nasıl bir çıkarı olabilir?
*ABD'nin çıkarları yaklaşık 9 yıl önce olduğu gibi Suriye ile savaşın eşiğine gelecek düzeyde gerginlik yaşamamızda mı, yoksa iki ülke ordularının ortak tatbikat yapacak düzeye gelmesinde mi?
*Türkiye'nin İran ve Suriye ile dış ticaretini kat kat artırmasından Amerika Birleşik Devletleri ne gibi bir çıkar sağlayabilir?
*İsrail'in baş düşmanı gördüğü Hamas'a verilen destek ABD'nin istediği bir şey olsaydı, kutlu bir davanın liderlerinden birine Ankara'da o şekilde mi davranılırdı?
*Yine Türkiye tarafından İsrail'in baş düşmanı Hizbullah'ın hükümette yer almasının telkin edilmesini, Lübnan'da istikrarın sağlanması için girişimde bulunulmasını ABD niçin istesin?
*İran ile Türkiye'nin tarihi anlaşmalar imzalamasını, PKK başta olmak üzere terörle ortak mücadele anlaşmasını ABD ister mi?
*Beşşar Esad, Lübnan-Suriye ilişkilerinde yaşanan olumlu gelişmelerde Türkiye'nin rolü olduğunu söyledi. Dolayısıyla ABD, Suriye ile Lübnan'ın yakınlaşmasını mı ister yoksa aksini mi?
Öte yandan, Sayın Sina Gürel, geçmişte olduğu gibi tüm komşularla iyi ilişki kurulması gerektiğini söylüyor ama;
*Çok değil bundan yaklaşık olarak 9 yıl önce Suriye ile savaşın eşiğine gelmemiş miydik?
*İran, Bulgaristan ve Yunanistan ile ciddi gerginlikler yaşamamış mıydık?
*Dahası ilişkilerimiz kopma noktasına gelmemiş miydi?
Türkiye'nin sadece Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerini geliştirdiği yönündeki iddiası doğruysa eğer;
*Karadeniz'e NATO savaş gemilerinin üs kurmasına Rusya ile birlikte karşı koyar mıydık? Batılıların dayatmalarına karşı Rusya ile ortak tavır alır mıydık?
*Dış ticaretimizin en fazla gerçekleştiği ülke Rusya olur muydu?
*Gürcistan'a bu denli büyük oranda askeri ve siyasi destek verilir miydi? Karşılıklı olarak iki ülke arasında vizeler kaldırıl mıydı? Cenevre modelinde olduğu gibi Batum havaalanı iki ülkenin ortak kullanımına açılır mıydı?
*Bugüne değin ihmal edilen Afrika ülkelerine yapılan açılım ne ifade ediyor?
*Balkan ülkelerine yönelik izlenen yoğun diplomasinin bir anlamı yok mu?
Hamiş: Bu sorulara ikna edici cevaplar verilmediği takdirde görüşüm şu şekilde olmaya devam edecek: Sayın Şükrü Sina Gürel'in ve aynı düşünceyi paylaşan kişilerin ifade ettiği gibi eğer asıl kaygıları ABD'nin istekleri doğrultusunda izlenen politikalar olsaydı, Irak ve Afganistan'daki işgalcilere yapılan utanç verici desteği eleştirirlerdi.
Ancak komşularımızla ilişkileri geliştirmemize ve yakınlaşmamıza gösterdikleri bu yaklaşımla asıl kaygıları, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana belleklere kazınan "Türk'ün Türk'ten başka dostu yok!" sloganının aksine hem Arap ve Müslümanlarla hem de komşularımızla dost olabileceğimizin başarılı bir biçimde ortaya konulması ve bugüne dek izlenen düşmanca politikaların iflas etmiş olmasıdır.
Şahsen, süper güç olsa da ABD'ye verilen ilah pozisyonunu yani; onlardan izinsiz hiçbir şeyin yapılamayacağı, ABD'nin mutlak güç olduğu şeklindeki bilinçaltı algısını reddediyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.