Hüseyin Altınalan

Hüseyin Altınalan

Ben hâlâ aynı fikirdeyim, kardeş!

Ben hâlâ aynı fikirdeyim, kardeş!

Davos'ta İsrail putu kırıldığında, kendisini dünyanın efendisi görenlerin maskesi düşürüldüğünde, kralın çıplak olduğu yüksek sesle dile getirildiğinde, Türkiye'nin İsrail'e değil, İsrail'in Türkiye'ye muhtaç olduğu görüldüğünde Telavivli yöneticiler, "bundan sonraki adım gelir, Türkiye İsrail'den uzaklaşır, anlaşmaları bozar" endişesine kapılmıştı.

Bunun üzerine Başbakan Erdoğan'a bazı kalemler vasıtasıyla, "tamam, dünyanın gözü önünde ağzına geleni söyledin, mesajı aldık fakat sakın ha! Daha ileriye gitme, yoksa..." biçiminde üstü kapalı tehdit dolu uyarılarda bulunmuştular.

Örneğin Mehmet Ali Birand 31 Ocak 2009 tarihli makalesinde şunları yazmıştı:

"Başbakan ne yapacak? Anahtar, şu iki sorunun yanıtlarına bağlı:

1- Peres ile arasındaki tartışmayı Davos'ta mı bırakacak, yoksa sürdürecek mi?

2- Sözlü tartışma ile mi yetinecek, yoksa İsrail ile ilişkileri askıya alarak, işbirliği anlaşmalarını bozmaya götürecek mi?

Eğer önümüzdeki orta ve uzun vadede, bu iki soruya da EVET yanıtı çıkarsa o zaman faturanın ağır olabileceği ve bunun da Erdoğan'a ödetilebileceğini söyleyebiliriz."

Korkuları geçmeyen Birand, İslam dünyasında Türkiye'ye karşı oluşan sevgi selini bahane ederek "Allah Erdoğan'ı Nasır'lıktan korusun" başlıklı sonraki yazısında Başbakan Erdoğan'ı bir kez daha uyarmıştı: "Eğer Başbakan'ın gerçek niyeti İsrail'e bir mesaj vermek idiyse, bu mesaj çok açık ve en üst düzeyde verildi. Adresine vardı ve gereken etkiyi de yaptı. Bundan sonra- eğer gerçek niyet mesaj vermenin ötesinde başka bir şey değilse-sakinleşmekte ve uzun vadeli çıkarlarımızı düşünerek adımlar atmakta yarar var. Ortadoğu'nun kaygan zemininde Nasır'cılık oyunu oynamanın tehlikeleri çok " demişti.

31 Mayıs 2010 sabahı uluslararası sularda içinde 50'den fazla ülkeden 7'den 70'e yüzlerce insanın bulunduğu yardım gemilerine yönelik kanlı saldırı sonrası İsrail'e karşı tepkilerin çığ gibi büyümesi üzerine malum çevreler yine telaşa kapıldılar.

Çünkü bazı ülkeler tarafından istemeseler de kınamak zorunda kaldıkları korkunç bir vahşet yaşanıyordu, dünyanın gözü önünde...

Olanı biteni bir süre seyrettikten sonra sahneye çıkarak, karşı taarruza geçti, Türk medyasındaki afişe olmuş olan İsrail muhipleri.

Gündemi değiştirmeye, konuyu saptırmaya bunun da ötesinde İsrail'i mazlum göstermeye çalıştılar. Gazze'ye insani yardım götüren konvoyu organize eden İHH'yı provokatör olmakla suçladılar.

Doğrusu bunların yaklaşımlarını tiksindirici bulsam da hiç şaşırmadım...

Beni asıl şaşırtan ve de üzen "Bugün Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erhan Başyurt"un "Sessiz diplomasi ve hamle üstünlüğü" ( 09.06.2010) başlıklı yazısında verdiği mesajlar ile Davos'taki " one minute" tepkisi sonrası M. Ali Birant'ın aktardığım yazılarındaki mesajların örtüşmesiydi.

Sayın Erhan Başyurt'un yorumlarının büyük çoğunluğuna itirazım var. Ancak çok uzayacağı için birkaç noktasına dikkat çekmek istiyorum.

Örneğin Başyurt diyor ki:

"Üslup açısından, Türkiye krizle ilgili bundan böyle "sessiz diplomasi" yürütmeli. Kamu önünde açık eleştiriler yerini, ezber bozan barışçıl çıkışlara bırakmalı. Olması gerekenden daha yüksek tonda açıklamalar ancak Türkiye'yi ve diplomatik becerilerini yaralar. Sonuç alınmaması halinde de kamuoyundaki hayal kırıklığına neden olur. Unutmamak lazım ki, İsrail bir dönem SSCB ve Çin'in taleplerine bile direndi. Zaman zaman ABD başkanlarına bile hakaret etti... ABD ve AB ile de restleşti."

Birand'ın uyarılarıyla örtüşen tarzdaki bu sözlerine Sayın Erhan Başyurt'un açıklık getirmesi gerektiğini düşünüyorum:

Ben bu sözlerden, Türkiye'ye "Yapılan katliamı hazmet, bak İsrail süper güçlere bile neler yaptı" ya da "Üstüne gitme, peşini bırak yoksa Türkiye için kötü olur" veya "İsrail dilediğini yapar ama ona kimse söz geçiremez, İsrail'e kimse ses çıkarmıyor sen de ses çıkaramazsın" ya da " ses çıkarmamalısın", bunun da ötesinde Başyurt'un "İsrail ile yakınlaşmak için herkesi şaşırtacak düzeyde geri adım at" şeklinde mesajlar vermek istediği anlamını çıkardım.

Eğer Erhan Başyurt bunları söylemek istiyorsa ve Türkiye'yi uyarmak için " İsrail'in uluslar arası hukuku ayaklar alan küstahça tutumu karşısında dünyanın sessizliğine" ilişkin verdiği örnekleri çoğaltabilirdi.

Mesela, İsrail'in Saddam döneminde Irak'ın nükleer tesislerine saldırdığını ama bunun hesabını kimsenin sormadığını da ekleyebilirdi.

Ya da İsrail savaş uçaklarının Türk topraklarından geçerek Suriye'yi bombaladığını da hatırlatabilirdi.

Hatta bu kez Suriye'ye değil İran'a füze saldırısında bulunup, Tahran'la aramızı açabileceğini de ifade edebilirdi.

Dahası tüm illegal uygulamalarına rağmen kendisine limitsiz destek veren ABD'ye karşı dahi bazen tehdit olabildiğini hatırlatarak düşmanlığını çok korkunç olabileceğini de söyleyebilirdi.

Veya Dubai'de ve Macaristan'da MOSSAD Ajanları'nın düzenlediği suikastlarla hükümet üyelerine de uyarıda bulunabilirdi... Ve uluslar arası kamuoyunun İsrail tarafından gerçekleştirilen bu terör eylemlerine karşı kimsenin bir şey yapamadığını da ilave edebilirdi...

Aksine "Gazze'ye Özgürlük Filosu" çok başarılı oldu

Yazısının devamında "Niyetim krize neden olan yardım gemisini sorgulamak ve eleştirmek değil. Ancak yardımın ulaştırılması için seçilen yöntem başarısız olmuştur" diyor.

Oysa iddialarının aksine hedeflenen biçimde Gazze'ye yönelik uygulanan amansız ambargo dünyanın gündemine oturdu ve tartışılmaya başladı...

Artık tüm dünya bu insanlık dışı ambargoyu sorguluyor. Amerikan ve İngiliz yönetimleri de dâhil olmak üzere hemen hepsi bir şekilde ya ambargonun kaldırılmasından ya da gevşetilmesinden yana tavır koymuş durumda. Hiç kimse mevcut durumun bu denli gözler önüne serilmesi üzerine tepkilere daha fazla karşı koyamıyor...

Dolayısıyla Başyurt'a sormak istiyorum:

-Gazze'ye yardım gemilerinin girişimlerinin ardından geçmişte olmadığı biçimde İsrail'i kınamak normal hale gelmedi mi?

-Ve yine geçmişte olmadığı biçimde İsrail'in hukuksuzlukları sorgulanmıyor mu?

-Yunanistan, İsveç ve Norveç başta olmak üzere Avrupa ülkeleri şimdiye kadar İsrail'e bu kadar sert tavır koyabiliyor muydu?

-Bugüne kadar Vietnam ve Güney Kore'nin yaptığı gibi İsrail'den cüzzamlı gibi kaçılıyor muydu?

-CICA zirvesinde olduğu gibi İsrailli yetkililer zirvelerde yalnız bırakılıyor muydu?

-İsrail'in nükleer silahları ve terörü bu kadar gündeme gelebiliyor muydu?

Cevap: " Kesinlikle hayır"

Öyleyse bunlar başarı değil de nedir Sayın Başyurt?

Çok değil 5 Haziran 2010 tarihinde Başyurt "Krizden barış fırsatı çıkarılabilir mi?" başlıklı yazısını tamamen katıldığım şu ifadelerle bitirmişti: "Tansiyonu yüksek kriz fırsata dönüştürülebilirse, insani yardım gemilerinin ulaşmasına izin verilmeyen Gazze, gemilerin maruz kaldığı saldırı nedeniyle huzura kavuşmuş olacak. Gemiler de 9 şehit de menziline varacak. Unutmayın, sıcak savaşlar bile imzalanan barış anlaşması ile biter."

Başyurt, 4 gün sonra bu düşünceleri ile tamamen ters düşse de ben hala ( Onun 5 Haziran'da taşıdığı) aynı fikirdeyim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Altınalan Arşivi