İrtica artık tutmaz, “sivil faşizm” verelim mi?
Elli seneden beri ‘irticayı önlemek’ bahanesiyle askerî darbelere ve bunun için icabında derin çetelere de destek vermekle maruf ve meşhur İlhan Selçuk dahi, ahir ömründe gerçekleri kabul ve itiraf etmiş; “... Bu ülkeye artık irtica mirtica gelmez...” demiş.
Zaten farkında iseniz, epey zamandan beri irtica teraneleri artık duyulmuyor! Ne oldu, nereye kaçtı bu meret? Neredeyse (neredeyse değil, tamı tamına) yüz yıl boyunca malum kesimlerin hararetle sarıldığı o mevhum ne oldu sahi? Bir kısım resmî zevatın günde beş vakit, (Öcüler seni yer ha!..) kabilinden; halkımızı korkutmaya ve sindirmeye çalışması, artık eskisi gibi işe yaramıyor olsa gerek ki, yeni söylem ve yöntemler deneniyor.
Kısa bir süre için tedavüle konulan “MAHALLE BASKISI”, çok ama çok yavan kaldı. “Eski sosyolog” ve artık eski yönetmen olan arkadaşın sıkı desteğine rağmen, hiçbir sosyal gerçekliği ifade etmeyen bu kıytırık tehlikeyi(!) aklı başında hiç kimse ciddiye almadı. Şu halde vatandaşı tedirgin etmek için daha başka bir şey bulmak gerekiyordu... Hani bir emekli paşa itiraf etmişti ya; “Hakimlere işin ciddiyetini göstermek için lojmanlarının yakınlarına birkaç el bombası attırıverdim...” Gerçi sonradan kanun önünde hesap verme durumu hasıl olunca, bu defa kendisi ciddi ciddi söylediklerini inkâr etmek zorunda kalmıştı. İşte o hesap...
Neyse gelelim yeni tehlikemize, yani “SİVİL FAŞİZM” veya “OTORİTER REJİM” hikâyesine. Dedik ya, ille de bize tehlike veya düşman lazım. Sosyolog arkadaş ile yandaşları bu balona var güçleriyle üfürüyor ancak, galiba nefesleri daha fazla şişirmeye yetmiyor. Aralarında bolca teorisyenler, sosyal bilimciler filan olmasına rağmen, ortaya attıkları iddianın komikliği hepten sırıtıyor!.. Bu şöhretli kalemlerin bir kısmı, üniversitelerde de siyaset konusunda ders verdiği halde, neden böyle saçma sapan şeylere tevessül ediyorlar acaba? ‘Ya tutarsa’ denemesi mi? Malum 27 Mayıs Darbesine gerekçe olarak, bu yaveyi hâlâ daha yutturmaya çalışanlar var.
Başbakan Erdoğan’ın da belirttiği gibi, bunu Turgut Özal’a karşı da denediler... Fakat nafile. Maymunun gözü açıldı artık!
Vatandaşlarımız artık tek parti yönetiminin, otoriter rejimin, sivil ve askerî diktanın ne demek olduğunu gayet iyi biliyor. Bugün ilköğretim öğrencisi bile, şöyle bir internet sistemine girdiğinde; mesela CHP’nin 1935’teki kurultayında, “PARTİ-DEVLET BÜTÜNLEŞMESİ” (pardon bu faşizm demek olmuyor mu?) için ne gibi kararlar alındığını, bu çerçevede valilerin aynı zamanda CHP il başkanı, içişleri bakanının da aynı zamanda partinin genel sekreteri yapıldığını, CHP’nin altı okla simgelenen ilkelerinin, devlet ilkesi olarak aynen, 1937’de nasıl Anayasaya derc edildiğini hemen öğreniveriyor...
Ali Bayramoğlu’nun (Yeni Şafak) da söylediği gibi, esasen bu otoriter rejim veya sivil faşizm üfürmeleri üzerinde bu kadar uzun durmaya bile gerek yoktu. Ama hâki medya, psikolojik harekat misali (28 Şubat’taki irtica yaygarasında yaptığı gibi...) yoğun bir ajitasyona girince; ister istemez konuya temas etmek gerekiyor. Netice: Bu balonu daha fazla şişiremezler.