Dikkat! Yanlış Anlaşılacak Bir Yazı…
Lütfen Yanlış Anlamayın!
Amerikan Dış İşleri Bakanlarından Rice, kendisini ziyaret eden Türk parlamenterlerin “Irak Parlamentosunda kadın kotası için niçin ısrar ediyorsunuz?” sorusuna, “Bir toplumu değiştirmenin en kestirme yolu kadınlardan geçer” karşılığını vermişti.
275 sandalyeli Irak Parlamentosu 70 kadın üye ile yüzde 25 seviyesini aşmış durumda. Afganistan’ın ise daha bir maşallahı var; yüzde 35’lerde. Kadın parlamenter sayısına bakılırsa, Afganistan ve Irak ‘modern ve çağdaş ülke’ olma koşulunu fazlasıyla yakalamış görünüyor.
Kadın kriterine göre, 80 sandalyenin 44’ünü kadınların kazandığı Ruanda’nın ise ultra modern ve çağdaş bir ülke sayılması gerekiyor.
“Parlamentoda kadın sayısını artırın” dayatmasında bulunan Amerika’da kadınların temsil oranı yüzde 17, iyi mi?
Bunda şaşılacak bir şey yok; çünkü Amerika’nın derdi kadınların temsili falan değil. Kendi dinamikleri üzerinde duran toplumları temelden sarsmak… Buna toplumları değiştirmek, dönüştürmek demek de mümkün, toplumsal bünyeyi zayıflatmak demek de… Ancak siyasette kadınların temsili başlı başına bir modernlik ve çağdaşlık demek olsaydı… Ya da şöyle demeli: Kadın temsili çağdaşlığın olmazsa olmaz koşulu anlamına gelseydi, önce Amerika’nın çağdaşlığı yakalaması gerekmez miydi?
Toplumların DNA’larının değiştirilmesinde kadınlar manivela olarak kullanılmak isteniyor. Hani Türk toplumunun bünyesinin kendine özgülüğünden ve sağlamlığından söz ederiz ya hep; dünyayı kasıp kavuran krizlere bana mısın demeyiz ya, bununla da övünürüz ya… Türk aile yapısı sağlamdır bir, aile yapısının sağlamlığı Türk toplumunun sağlamlığı demektir bu da iki… Oysa Batı nazarlı dışarıdan bakış, aileyi kadınlar için bir kafes gibi görmektedir: “Aile adeta bir kafestir; kadınlar bu kafesten kurtulmalıdır”…
“Kadınlar dört duvarın ötesine geçmesin” tezi savunulamaz elbette. Ancak bunun böyle oluşu, zıddı olan “Kadınlar kafesten kurtulmalıdır” tezini de haklı ve geçerli kılmaz. Kadınların iş ve sosyal hayatta oluşu, yuva sıcaklığının feda edilmesi pahasına olmamalıdır. Kadınların yuva sıcaklığından vaz geçerek, sokaklara dökülüşünün alternatif maliyeti, kadınların dört duvar arasında kalmasından daha az değildir.
Kadınların “hurra” sokaklara dökülüşünün toplumsal dokuda ne onarılmaz gedikler açtığı Batı toplumlarında daha iyi görülmeye başlanmıştır. Kadınların aile içindeki misyonu ve rolünün, kadınların dışında başka formüllerle ikame edilmesi mümkün değildir.
Kadın manivelası, Batı tarafından gelişmekte olan ülkelere karşı nasıl kullanılmakta ise, son zamanlarda dikkate değer bir biçimde, Batı’nın yerli mümessillerince İslam ve Müslümanlara karşı da kullanılmak istenmektedir. Nuray Mert’in yazdıkları üzerinden, İslamcı kimlikli ve türbanlı kadın yazarların tavrı müstemleke komiseri havasından bir türlü kendini kurtaramayan entelijansiyanın takdirini kazanmış görünmektedir.
Sibel Eraslan gibi, Cihan Aktaş gibi v.s. kendi onurunu ve İslam’ın izzetini koruyarak üreten yazarlarımızı tenzih ediyorum, onların bu alkışa ve pohpoha ihtiyaçları yoktur. Aferin budalası olmayacak kadar kemâlat sahibidirler. Ancak şeytanın insana neresinden yaklaşacağı hiç belli olmaz. Biz sopa gösterini düşman belleriz de, havuç uzatanın dostluğundan hiç kuşkulanmayız. Oysa bazen havuç uzatanlar da en az sopa gösterenler kadar düşmandırlar ve tehlikeli olabilirler.
Nuray Mert’in yazdıkları ve görüşleri yanlıştır/doğrudur, o ayrı… Görüşleri yanlışken bile desteklenebilir; bu, insani bir duruş meselesidir; çünkü, herkes her zaman doğru görüşler savunamaz, o da ayrı…
Medyada türbanlı kadın yazarlara farklı bir rol model yüklenmek istenmektedir. Denmektedir ki; aykırı kimlik ve duruşunuz her zaman takdir toplayacaktır. O kadar hoşgörü ile bakılacaksınız ki, türbanınız bile normal ve meşru addedilecektir. Yani, artık vebalı insan muamelesi görmeyeceksiniz… Ne büyük lütuf!
Bir nevi muvazaa durumu… Bunca zamandır hor görülen, itilen, kakılan, zenci muamelesine maruz bırakılan insanlar için, sıcacık, müşfik ve sevecen bir bakış bile aklın ve gönlün çelinmesi anlamına gelebilmektedir.
Göreceksiniz, dik durduklarında kırılmayan bazılarının, küçücük bir iltifata ya da iltimasa kurban gittikleri durumlar yaşayacağız. Eğilecekler, yamulacaklar… Bir dönem de böyle davrananlar muteber olacak…
Ben, aldanmış ve aldatılmış Müslüman kardeşlerimin şahsında, bir kez daha aldanmış ve bir kez daha aldatılmış bir Müslüman olmak istemiyorum.
Unutmayalım ki hiçbir övgü de hiçbir sövgü de yersiz değildir… Onların yergileri bir anlam ve önem ifade etmediği gibi, sevgileri de bir anlam ve önem ifade etmemelidir. Benim kardeşlerim! Bakın yüreğinize: Onların alkışları enaniyetinizi okşadıysa, durumunuzu gözden geçirin. Hepsi bu!