Beyaz soğuk, yeşil sıcak!
“Anadolu donuyor”muş. Birçok haber sitesinde öyle yazıyor. Beyaza dair birbirinden güzel görüntüler eşliğinde, beyaza yüklenen onca olumsuz haberler...
“Ee, ne var bunda? Herkesin bildiği ve yaşadığı bir vasat, ilginç olan ne ki?”, diyeceksiniz. Ama benim için öyle değil. Vantilatör bütün hızıyla çalışmasına rağmen sıcağın etkisiyle terliyorum. Bunaltıcı sıcak bir havada okuduğum “beyaz soğuk”a dair haberler, karsız geçmeyen çocukluğumun kış günlerine götürdü beni. Ne kadar da severdim o beyazı...
Klimayı da açtım. Birazdan dışarının sıcaklığına rağmen içerisi serin olacak. Ben soğuğa, siz sıcağa özlem duyarken Malezya’dan bahsettiğimi okurlarla paylaşayım.
Buraya 2001’in Kasım ayında gelmeden önce, internetten yıl içerisindeki iklim rejimini araştırmıştım. Nasıl bir yere gittiğimi bilmek istiyordum. Karşılaştığım iklim rejimi çok hoşuma gitmişti.
Yıl içerisinde en düşük sıcaklık 27, en yüksek sıcıklık 33 dereceydi. Bundan daha ideal bir iklim olabilir miydi! Ama kazın ayağı hiç de öyle değilmiş meğer. Buraya gelmeden nereden bilebilirdim ki!
Termometrenin 26-27’yi gösterdiği ânlar, gece ısısının sabaha doğru düştüğü ânlar. Muson yağmurlarının fazla düşmesi sebebiyle nem oranı çok yüksek. Termometre 33 dereceyi gösterdiğinde, insan nefes almakta dahi zorlanıyor.
Doğa manzarası hârika bir yer. Ancak yeşilin de hâlleri varmış, burada öğrendim. Yemyeşil bir ülke ama bir ağacın altında oturup serinleme diye bir durum sözkonusu değil. Ağaçlar, iklimle olan ilişkisinden olsa gerek, dalları altına serinlik vermiyor. Burada, yeşilliği, arabanın içerisinde, klima serinliğinde ve camların arkasından seyretmek güzel.
Bana Malezya’nın iklimini soranlara, hep Temmuz diyorum. Temmuz’da takılıp kalan bir iklim. Yağmurun yağmadığı 2-3 ayı saymasak, hep aynı. Yağmur yağmadığı zaman ise toprak bile kokmaya başlıyor.
Fakülte yıllarında Taylantlı bir sınıf arkadaşım; “Kar nasıl bir şey? Güzel mi?” demişti. Önce soruyu anlayamamış, sonra da orada hiç kar yağmadığını öğrenince elimden geldiğince izah etmeye çalışmıştım.
Ama gün gelecek Taylant, Malezya, Filipin, Endonezya gibi ülkelerin ortak iklimini uzun yıllar soluyacağımı, kara aynı özlemi duyacağımı o zaman bilemezdim ki? Kaderin cilvesi işte...
Malezya’ya ilk geldiğim yıllardaydı, bir mağazada kış kıyafetleri satıldığını görmüştüm de, şaka sanmıştım. Ben de espiri olsun diye, “Bunların müşterisi var mı?” diye sormuştum.
Varmış. Kürk giymenin tadından mahrum kalmak istemeyen kimi sosyete mensupları, sunî kış ortamı oluşturulan özel kapalı mekânlarda partiler düzenliyormuş. Bir de kar görmek için kış mevsiminde Avrupa ülkelerine tatile gidenler alıyormuş kışlık kıyafetleri.
Mevsimlerin önemini ve tabiî güzelliğini, farklı mevsimlerin olmadığı bir mekânda idrak ettim. Malezya edebiyatında, farklı mevsimlere duyulan özlemin olmadığını söyleyeyim de mesele daha iyi anlaşılsın. İnsan bilmediği ve hiç tatmadığı şeye dair şiir yazabilir mi meselâ?
Ama bir şey çok dikkatimi çekiyor. Her taraf yemyeşil olmasına rağmen Malezya’lılar yeşile doymuyor. Evlerinde ve bahçelerinde farklı ebattaki saksılara ekilmiş türlü türlü çiçek ve ağaçlar bulunduruyorlar. Kimi oryantalist okumaları yalanlarcasına. Hani, Kur’an’da, Cennet’in yeşilliklerle anlatılmasını çöl insanının yeşile olan özlemiyle ilişkilendirme modası var ya, ona inat, merdivenlere kadar yeşille donatıyorlar. Mevsim tek olunca zamanın da farkında olamıyorsunuz. Bir mevsimden diğer mevsime hazırlık heyecanı yok. Mevsimlere göre plan yok. Kıyafetler tek. Ha Şubat ha Haziran ne farkeder! Üniversitedeki ders dönemleri olmasa ayların değiştiğinin farkında bile olamayacağım.
“Anadolu donuyor” haberi beni nerelere götürdü. Çoğu insan sahip olduklarının menfî yönlerine odaklanıyor ya. Hâlâ hayatla rızıklandırıldığınıza göre, beyazın güzelliklerine odaklanın derim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.