Misyonerlik üzerine...
Türkiye’de yaşıyoruz. Devletimizin bir anayasası var. Anayasa, birtakım temel haklarımızı kabullenmiş. Din serbest. İbadetlere karışılmıyor. Ebeveynlerin yeni doğanlarının kulağına ezanı duyurmaları gibi, papaz efendinin huzurunda vaftizletmeleri de kendi hür tercihlerine bırakılmış...
Şu memlekette hepimiz, paşa paşa yaşayıp gidiyoruz...
Erken Cumhuriyet yıllarında anayasa cahili olduğumuzdan zahir, havra ve kiliselere dokunulamazken, camilerin üç beş seçilmişi müstesna, yüzde altmış yetmiş kadarının kapısına kilit vurmuşuz. Okuma yazma oranı yükselince de açmışız...
Şimdi imam efendiler İslâm hakkında insanları aydınlatıyorlar. Din olarak, Allah’ımız, kullarına İslâm’ı göndermiş... İslâm Hz. Adem’den beri hep aynı kalmış. Hz. Musa, Peygamberimizdir, İslâm’ı tebliğ etmiş... Hz. İsa Peygamberimizdir, İslâm’ı tebliğ etmiş. Hz. Muhammed Mustafa Peygamberimizdir, O da İslâm’ı tebliğ etmiş...
¥
Türkiye’de anayasa hareketleri 20’lerde başlamış... 1924’ü takiben 1961’de yenisi yapılınca eskisi rejimin müzesine kaldırılmış... Bir ara bunun üzerinde de günün şartları gereği değişiklikler yapılmış ve eski maddeleri müzeye kaldırılmış. Daha sonra Evren Paşa’nın darbesiyle bunun da yerine baskıcısı konulmuş... Şimdi fiyakalı 4x4 türünden gösterişli bir yenisi kapıda...
Bunların hepsi devletin anayasası, amma geçerli olanı en sonrakisi... Eskileri üzerinde ayak diretmek büyük suç...
¥
Hz. Adem Peygamberimizden sonra gelen bütün peygamberler sıra ile görevlerini ifa etmişler ve Hatemi Enbiya, Muhammed Mustafa’ya gelmiş tebliğ sırası... Şimdi yürürlükte olan, onun şerh ve tebliğ ettiği Kur’ani İslâm...
Kur’ani İslâm’da dinde zorlamaya cevaz bulunmadığından, kabul etmeyenlere, din olarak kendilerince başka bir yol arayanlara, ya da yürürlüğü hitam bulmuş eski hak dinleri halen inanmaya değer bulanlara ve hatta tamamen dinsizliği kendilerince mantıki görenlere hiç ses edilmez...
¥
Müslümanlar, dinlerinin tanıdığı bu geniş serbestliğe benzer bir hürriyetin Türkiye anayasasında da yer alışından istifadeyle dini neşriyatta bulunabiliyorlar. Daha ziyade devletin rejimin onay verdiği Mevlana’ya yaslanarak sadece ‘gel gel’ üslubunu kullanıyorlar... Zira rejimin tersi yüzü belli olmaz, bakarsınız yazanın, konuşanın ocağına incir dikiverir...
Kur’ani İslâm’da köklü dayanağı bulunan bu ‘gel gel’cilik, Müslümanları, diğerlerine korku salıp veya para vererek İslâm’a zorlamaktan alıkoyuyor...
Aynı serbestlikten Müslüman olmayanlar da faydalanıyorlar. Kiliselerin çanları çalıyor, semtlerde yeni yeni ev kiliseleri açılıyor... On küsur sene oluyor, Serdar Arseven’le birlikte biz de gitmiştik Amerikalı yaşlı bir Protestan hanımın daveti üzerine, Bakırköy İncirli’deki bir pasaj kilisesine... Oturduk seyrettik, şarkılarını çalgılarını dinledik. Hiçbir şekilde ne biz onları ‘Nedir bu saçmalık?’ diyerek aşağıladık, ne de onlar para pul ikramıyla bizleri vaftize kalkıştılar...
Camiler çoğalıyor, cemevlerinin sayısı artıyor ve apartmanlarda da sayısız kiliseler açılıyor. Ne gülbeşeker memleket burası, yahuuu...
¥
Misyonerlik, görev ifasından geliyor olmalı, yani vazifeli olmak... Bunlar çoğunlukla bir kapıya bağlı çalışıyorlar... Türkiye’de işsizlik ve açlığın alıp başını gitmişliğinden istifadeyle çekici ve inandırıcı olmak için parayı zoka gibi kullanıyorlar. Bu da tabii Türki, ırkı veya Şamani asabiyyeti ağır basanlar aleminde sıkıntı yaratıyor... Kur’an-ı Kerim’in yasakladığı fiilleri bunlar bayrak adına işleyiveriyorlar...
Kimileri de ferdi ve gönüllücesine ‘gel gel’ciliği kendilerine vazife addediyorlar. Bunların arasında Kur’an hükümlerini karalamaya kalkışanları olduğu gibi, tarafsız ve demokrat davrananları da görülebiliyor...
¥
Duaların tedavideki etkinliği konusu zaman zaman alevlendirilir. Bunu fırsat bilen karalayıcılar Atatürk’ten başlayıp hacılar hocalar ve muskalar üzerinden Efendimiz’e kadar salyalarını akıtırlar... Amma haklarını yemeyelim, demokratları da yok değil...
Radikal’den İsmet Berkan, ABD’de bu konuda yapılan bir araştırmadan bahsediyor.
Kiliselerden belirli sayıda dua denekleri tesbit ediliyor ve bunlara dua edecekleri hastaların kod isimleri veriliyor.
Denek olarak tesbit edilen durumları benzer belirli sayıdaki kalp hastaları da üçe ayrılıyor. Bunların bir kısmına kendileri için dua kampanyası açıldığı söylenirken, bir kısmına da kampanyadan bahsedilmemiş... Bir üçüncü grup da varmış ki, bunlara ne dua edilmiş ne de dua seferberliğinden haber edilmiş...
Sonuçta duadan haberleri olmadığı gibi kendilerine dua da edilmeyen hastaların durumları diğerlerine nisbet, daha iyileşmeye yönelmiş...
Şimdi İsmet Berkan’ın, Kur’ani Müslümanlardaki dominant inanış olan yaradılışçılığa kontra evrimciliği dikkate alındığında, bu aktarma, gönüllü misyonerliğe has zorlamasız bir görev çeşidi kabul edilebilir mi?..
Ne dersiniz?..
Faks: 0212 632 83 06