Karanlığın baskısı...
Bugün bayram. Temennimiz bayramın aydınlığı, gün ola baskın karanlığın kabuğunu çatlata... Dualarımız bu yönde...
Gelelim gündemindeki karanlığa...
¥
Atatürk, İzmir İktisat Kongresi’nde şöyle konuşur....
“Buradaki dinleyicilerim çiftçilerdir, san’atkarlardır, tüccarlardır ve ameledir. Bunlardın hiç birinin bir diğerine üstünlüğü yoktur. Hepsi birbirlerine ve ameleye muhtaçtırlar...” Atatürkçülüğün temel tezi budur, sınıfsızlık... Devrin İktisat vekili Mahmut Esat’ın da aynı kongredeki bundan sonrası için kurallaştırılan sözü şöyledir.
“Bizde iktisadi manasıyla bir sınıf meselesi mevcut değildir. Memleketimizin insanları, zengin veya fakir olsun, şefkat denilen hiss-i insaniyi kalplerinden söküp atmadıkları gibi dinlerine, vatanlarına, Allah’larına ve Peygamberlerine daima şayan-ı dikkat bir alaka ile bağlılık gösterdiklerinden, el ele yürümeğe aklen mantıken ve hamiyyeten mecburdurlar...”
Erken Cumhuriyet çocukları olarak bizler, sonradan ninnileştirilen bu gerçekler kulağına üfürüle üfürüle yetişen bir neslin temsilcisiyiz... Atatürk ve arkadaşlarının bu üslubu kullandıkları sıralarda milletin din ve imanından koparılış hareketi verim bakımından daha henüz optimal seviyeye çıkamamıştı...
Mekteplerde sınıflarımızın duvar süsü idi birimizi hepimiz olarak tanımlayan sloganlar... çünkü Müslümanlık, hem sınıf realitesini tanımıyordu, hem de yeterince sulandırılamamıştı...
Sınıfsızlık tezi, İslâm dininin, Müslümanlığın bir kalıntısı olarak, sulandırılmış bir şekilde de olsa, şimdilere kadar sendikalarda olduğu gibi partilerde de hâlâ canlı tutulmaya çalışılıyor...
Şunu demek istiyoruz,, Atatürk’ün sözü olduğuna iman edilen hani şu politikacı, mebus, bakan ve başbakan olunur amma sanatçı olunamaz demesine, İzmir İktisat Kongresi kerterizinden bakılmalıdır...
Sanatçının, ister tiyatro artisti olsun ister dünya çapında bir piyanist, bir ressam bir saz ve söz virtiözü olsun, bakanların, başbakanların başları örtülü hanımlarından ya da bölüşüm politikalarının ihanetine uğradığı için ekmeğini çöp tenekelerindeki atık kağıtlardan toplamaya çalışan başı bağlı pejmurde kıyafetli kadınlardan olsun, zırnık misali farkı olmamalıdır...
Atatürk’ün erken Cumhuriyet tezlerine göre bu böyle ise de, hampadan atatürkçülüğün gerçeklerinde bunun tam tersi...
¥
Geçenlerde gözümüze takılmıştı, her biri altıyüzer watlı üç kadameli küçük kuartz elektrik ısıtıcısı... Markası da pek güzel, Türk Demir Döküm. Medarı iftiharımız Vehbi Koç’un markasıydı...
Albenisi pek de çekici bu seyyar sobanın etiketine bakıverdik, iş olsun diye... Made in pvc... çin malı yani.
Türk Demir Döküm, yabancı sermayenin Vehbi beyin varislerinden satın aldığı bir milli şirket, şimdi yabancı sermayenin... Burada Türk halkına sunduğu kimi fabrika mallarının çin ülkesinde üretilmesi durumunda, bunların artık değeri katma değeri çin işçisine, navlun ücretleri de yabancının Hazinesi’ne armağan edilmiş oluyor...
Emperyalizm, bir ülkenin siyasi varlığına doğrudan saldırmadan da kendi iktisadi egemenliğini oturtabilir... Bir egemenlik oturtması olarak emperyalizm, sermaye ihracına ve uluslararası düzlemde çeşitli piyasa ilişkilerine bağlı olarak sürdürülen bir sistemdir... Eğer bu egemenlik sisteminin silah gücüyle doğrudan sürdürülmesi mümkün olamıyorsa, oranın şekli bağımsızlığına bayrağına saygı gösterilerek yerli ortakları ve işbirlikçilerinin yardımıyla yerleştirilmesi mümkündür...
Atatürk ve arkadaşlarının Milli Mücadele günlerinde ağızlarından düşürmedikleri emperyalizme karşı olma keyfiyeti de işte, özü itibarıyle, bu yerleştirme olgusuyla savaşmaktır...
çarşı pazarımızın aldığı renge ve şekle kabaca baktığımızda görünen odur ki, bizler bu savaşı kaybetmişiz...
Hele hele geçen akşam ekranlarda çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ile Esnaf ve Sanatkarlar Konferedasyonu Başkanı Behlevi Palandöken’in Bağkur ile ilgili bir konuda yan yana pürneşe ittifak hallerini gördüğümüzde, bu mağlubiyetimize olan inancım katmerleşerek tahkimlendi...
Panlandöken, hangi esnafın, hangi zenaatkarın geleceğe yönelik hak, hukuk ve teminatının güvencesinden bahsedebiliyordu acaba...
Bir nesnenin ahlakı, hak ve hukuku, beşeri ilişkilerdeki zerafet ve inceliği hatta ve hatta, din anlayış ve dindarlığını şişirerek değersizleştiren enflasyonunundan bahsedilirken, bizim Türkçe argoda, sallasan deyecek denilir... Emperyalizm de budur işte. Salladığını alışveriş merkezlerine deydirten sistem...
Fazıl Say’ı hafakanlara boğdurtan karanlığı, bendeniz efendim atatürkçülerin Atatürk adına her zaman yapıyor oldukları Atatürk’e ihanetine bağlıyorum...
Faks: 0212 632 83 06