Mustafa Çelik

Mustafa Çelik

Kandan kına yapılmaz

Kandan kına yapılmaz

Kan akıtıcılık çıkmazında bocalayan karanlık bir çağın insanlarıyız. Adem (sa)’in oğlu Kabil öz kardeşi Habil’i hevâ ve hevesi uğruna kurnazlıkla biçtiği günden bu yana o eski sinsilik tasarlanamayacak boyutlara erişmiş, düşük aklın ve isteğin tilkilikleri niceleri oyununa getirerek cana kıyıyor, oluk oluk kanlar akıyor. Kabil’in Habil’i öldürmesiyle başlayan cinayet, insanlığın ilk şiddet hareketidir. Rabbimiz hatırlatıyor:
“Onlara Âdem’in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyle oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine): ‘Seni öldüreceğim’ demişti. Diğeri ise şöyle demişti: ‘Allah, yalnız kendisinden korkanlardan kabul eder’.”
“Allah’a yemin ederim ki, sen beni öldürmek için bana el uzatsan da, ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim, ben âlemlerin Rabb’i olan Allah’tan korkarım.”
“Ben isterim ki sen, benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip ateş halkından olasın! Zalimlerin cezası budur”.
“Bunun üzerine kurbanı kabul edilmeyenin nefsi kendisini, kardeşini öldürmeye teşvik etti ve onu öldürdü. Böylece zarara uğrayanlardan oldu.”
“Derken Allah bir karga gönderdi, ona kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için toprağı eşeliyordu. ‘Yazıklar olsun bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten âciz miyim ben?’ dedi ve pişman olanlardan oldu.” (Maide Sûresi/ 27-31)
Masum insanların kanlarını akıtarak hedeflerine ulaşmaya çalışanlar, ideolojik akrabalıkları olanlardır. Kanla kurulmuş ve kanla muhkemleştirilmeye çalışılmış rejimlerin kan akıtanları bol olur. Rüzgâr ekenler, fırtına biçerler. Bir ülkede fırtınadan şikâyetçi olanlar, o ülkede rüzgâr ekenlerse, bilinsin ki o ülkede fırtınalar hiç dinmez. Rüzgâr ekenin fırtınadan şikâyetçi olması, sadece fırtınaların şiddetini ve dalgalarını artırır.
Resmi ideolojinin günah defteri, müşrik rejime zorla uydurulmuş kafalar kolleksiyonun bir bilgi tutanağıdır. Türkiye’de egemen olan resmi ideoloji, egemen olduğu günden bu yana insanlara “Eğitim” değil “Eritim” yapmaktadır. Dinini, dilini, kültürünü, kılık-kıyafetini yasakladığınız, kabiliyetine ipotek koyduğunuz insanı hangi eğitim sisteminden geçirirseniz geçirin eğitmiş değil eritmiş olursunuz. Keyfî ve cebrî olarak insanlara baş eğdirmeyi zafer diye kutlayanlar, kula kulluktan kurtulmayanlardır. Bir kimse nasıl inanıyorsa öyle yaşar; nasıl yaşıyorsa öyle ölür ve nasıl öldüyse öyle de dirilir. Hiç kimseye inancı, düşüncesi ve yaşam tarzından dolayı işkence yapmaya müsaade etmeyen böyle bir hakkı bize vermeyen bir dinin mensubuyuz. Mensup olduğumuz İslâm dininde Kitabına uydurmak değil, Kitab’a uymak esastır. İslâm’da Kitab’a uymak, samimiyetin ölçüsü olmuştur. Samimi olmayanlara ise tek yol kalmıştır: “Kitabına uydurmak!” Tarihin tüm samimiyetsizlerine bakınız; kitabına uydurmayı kafaya koyduktan sonra, hangi emre karşı mazeret, hangi yasağa kılıf bulunamaz ki? İnsan istedikten sonra; dinin en temel kurallarının tam aksine ‘fetva’ verecek bir merci bulur. Hatta bir inanç sistemini, onun esaslarını keyfi yoruma tabi tutarak, tam tersi bir işleve büründürebilir.
İslâm’ı İslâm yapan, onun insanlık için değişmez değerler getirmiş olmasıdır. O bir dindir. Bir ideoloji, milletin ve devletin imkânlarını kullanarak milletin dinine karşı bir savaş açarsa, bundan “din” zarar görmez. Çünkü bu ülke toptan dinden çıksa, Allah’ın ve onun dini olan İslâm’ın zerrece bir şeyi eksilmez. Fakat dindara zulmedilmiş olur ve bu savaşı açanlar hem kendi ocaklarını, hem de başkalarının ocağını söndürmüş olurlar.
Şiddete başvurarak kan akıtmak nizam getiremez, getireceği tek şey kandır! Zira adaletin kitlelere intikali kanla, öfkeyle, kinle sağlanamadığı tarihin şehadetiyle sabittir. Yaşadıkları ülkede hukuku ve hukukun üstünlüğünü savunmanın bedeline katlanmayanlar, kural bilmezlerin meşalesi olmaya mahkûmdurlar. Kural bilmezlerin meşalesi olmak demek, karanlık kukla kadrolarının figuranı olmak demektir.
Kandan kına yakılmış ellerle tokalaşanlar, kan denizinde boğulmaya kalkışanlardır. Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar kötüdür. Kimlik arayışındaki gençlere, şiddet yanlısı rol modelleri öneren televizyon dizileri, kandan kına yapmaya çalışanların fantezileridir. Artık kardeşlerimiz katillerimiz olsun istemiyoruz. Komşularımız düşmanlarımız olmasın. Bu şiddet kültürünün aşılması için daha kaç gencin potansiyel katil ya da kurban olması gerekiyor? Haraca, gaspa emanet edilmiş sokak aralarında, banliyö trenlerinde, varoş semtlerde, lise önlerinde, havaya kurşun sıkılan düğünlerde, töresinin hukukuna kadın kanı akıtan aile mahkemelerinde, bıçak çekilen tribünlerde, karanlık pazarlıkların döndüğü han köşelerinde, sigara dumanına boğulmuş internet kafelerde çekilen her bıçağın, namluya sürülecek her kurşunun “küçük ya da büyük hisseli uzak ortağı” olmayalım. Bir insanı öldürmeyi bütün insanları öldürmek gibi kabul eden İslâm dinini hayatımızın her karesine hâkim kılmaya çalışalım. Rabbimiz buyuruyor:
“..‘Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur’ hükmünü yazdık (farz kıldık)…” (Maide Sûresi/ 32)
Kabil’den sonra kandan kına yapanlar, Kabil’in gölgesinde kalanlardır. Unutmayalım; kandan kına yapmaya çalışanlar, Allah’tan başka Rabbe tapanlardır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Çelik Arşivi