“Haçlı ruhu”nun çağdaş temsilcileri(1)
Haçlı ruhu, Müslümanları önce köleleştirme ve daha sonra Hıristiyanlaştırma ruhudur. Bil ki günümüzde “Haçlı ruhu”nun çağdaş temsilcilerinin başını şeytan Amerika çekmektedir. Çağdaş Haçlı ruhunun temsilcileri, Müslümanlara kendi geleceklerini istedikleri gibi tasarlayamayacaklarını, kendi istedikleri gibi düşünemeyeceklerini silahlarla, bombalarla öğretmeye çalışıyorlar. Dünya coğrafyasında en fazla zulmün, şiddetin, baskının, terörün ve bütün bunların türevi olan her türlü katliamın yaşandığı yerler, bölgeler, hiç şüphesiz, Müslümanların bulunduğu mekânlar ve topraklardır. İslâm topraklarında yaşanan katliamın binde biri Hıristiyan topraklarında yaşansaydı, hemen haçlı ruhunun dirildiğini ve ittifak hareketinin oluştuğunu görürdük. Ne de olsa ölen, vatanı işgal edilen, namusu heder edilen ve yerin altındaki petrolden kanı daha değersiz görülen Müslüman’dı. Neydi bu Müslüman’ım diyen insanların suçu? Bu kadar haksızlığa, insanın ar damarını çatlatacak gayri insani muamelelere maruz kalmalarının sebebi neydi? İsterseniz Kur’ân’ın ezelden ebede uzanan ve aynı zamanda bir karakteri analiz eden mesajını hep birlikte okuyalım:
“De ki: Ey kitap ehli! Sadece Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilmiş olan (ilahî) kitaplara inandığımızdan ve çoğunuzun da fasıklar olmasından ötürü bizden hoşlanmıyorsunuz.” (Maide Sûresi/59)
Hz. Musa’nın mucizesini görüp “Musa ve Harun’un Rabbi olan âlemlerin Rabbine inandık” (A’raf Sûresi/121-122) diyerek imanlarını açıklayan ve secdeye kapanan sihirbazlara Firavun, kendisinin izni olmadan böyle bir harekete cüret ettikleri için başlarına çok kötü şeylerin geleceğini söyler. “Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlamasına keseceğim, sonra da hepinizi asacağım!” (A’raf Sûresi/124) diye tehditte bulunur. Bunun üzerine sihirbazlar “Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Sen sadece Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, müslüman olarak canımızı al, dediler.” (A’raf Sûresi/124-125) Bürûc sûresinde ateş hendeklerine atılarak yakılan ve işkenceye tabi tutulan mü’minlerden bahsedilir. İnançları uğrunda ateş hendeğinde yakılan mü’minlerin günahı neydi? Kime zulmetmişlerdi? Kimin vatanını işgal etmişlerdi? Hangi katliamı yapmışlardı? Kimin namusuna dokunmuşlardı? Kimin çocuklarını, kadınlarını, yaşlılarını, eli silah tutmayanlarını öldürmüşlerdi? Bu konuda Kur’ân’ın ifadesine bakalım: “Onlardan sırf, göklerin ve yerin mülkü kendisine ait olan, azîz (mutlak güç sahibi) ve hamîd (övülmeye layık) olan Allah’a iman ettikleri için intikam aldılar. Oysa ki Allah her şeyi görür.” (Buruc Sûresi/8-9) Kur’an, mü’minlere yapılan baskı, zulüm ve işkencenin sebebini açıklıyor. Mü’minlere karşı olanların onlara kızmasının, nefret etmesinin, intikam almasının nedeni, sadece Allah’a, O’nun gönderdiği son peygamber Hz. Muhammed(sav)’e ve ona indirilen Kitaba(Kur’ân’a) iman etmeleridir. Bugün dünya üzerinde Müslümanlar aleyhinde işlenen bütün cürümlerin, soykırımların ve katliamların temelinde bu gerçek yatmaktadır.
Asrımızda ‘Haçlı Ruhu’nun çağdaş temsilcilerinin hedefinde biri dost, öbürü düşman iki unsur var; biri menfaat dostu İsrail, ikincisi menfaat düşmanı İslâm. Biri ‘uluslararası masonluğun’ kurucu kavimlerinden Yahudilik, öbürü onun yıkıcı unsurlarından İslâm. Biri tüccarlık, tefecilik ve faizcilikle ön plana çıkmış kapitalizmin omurgasında yer alırken, öbürü yine ticarete ehemmiyet vermekle birlikte, faizsiz ticaretin biricik dayanak noktası. Biri Protestanlığın ekmeğine yağ sürerken, öbürü bu yağın kaynağının nereden geldiğinin hesabını soran, sorgulayan yegâne unsur. İşte bunlardan biri dost olan İsrail, öbürü düşman olan İslâm. Tarihte Haçlı seferlerine dayanak oluşturan ve Kilisece klişeleştirilen “Kutsal toprakları kurtarmak” sloganı Haçlı seferlerinin gerçek amacını ne kadar örtbas ediyorsa, Irak ve Afganistan’ı fiili olarak işgal etmiş bulunan şeytan Amerika’nın “Özgürlük ve Demokrasiyi yaymak” sloganı da gerçeği bir o kadar örtbas ediyor.
Artık soğuk savaş döneminin yapıları miadını doldurmuştur. Şeytan Amerika’nın başını çektiği ‘Haçlı ruhu’nun çağdaş temsilcileri kurdukları UNESCO ile, eğitim ve kültür alanında gelişme ve ilerleme sağlayacaklarını düşünürken, yapılan tek şey, hâkim devletlerin ifsat mantığını diğerlerine aşılamaktan ibaret olmuştur. Asrımızda Müslüman coğrafyanın geri kalmış olması, onların sahip olduğu ilmi ve kültürel değerlerin geriliğinden değil, tam tersine, ilmi ve kültürel bir saldırı ile karşı karşıya olduklarından dolayıdır. Bugün bütün dünyadaki eğitim, siyonist güdümündeki batı normlarında eğitimdir. Matematikten sosyal bilimlere kadar batı hep kendi anlayışını dayatacak şekilde bir eğitim sistemi geliştirmiş ve onu takip etmekte ve ettirtmektedir. Bu bilimlerin ticari bir sonucu olarak elde ettikleri teknik ve teknolojik üstünlüğü de sürekli göstererek, bu üstünlüğü kendi inançlarının üstünlüğü olarak tartışmasız kabul ettirmeye çalışmaktadır. İnsan kavramlarla düşünen bir varlıktır. Dolayısı ile herhangi bir kültür çevresine mensup insan ve toplumun dönüştürülmesi, yeni kavramların üretilmesi veya da mevcut kavramların içeriklerinin belirli bir amaca göre yeniden doldurulup dizayn edilmesiyle mümkün olmaktadır.
Müslüman toplumları kendi hedef ve politikaları doğrultusunda dönüştürmeyi amaçlayan oryantalizm ve benzeri akımların, birtakım merkezlerin de yapmak istedikleri budur. İslâm tektir ve kaynağı da herkesin malumudur. Kur’an İslâm’ı, Arap İslâm’ı, Türk İslâm’ı, Alevi İslâm’ı, Sünnî İslâm’ı gibi kavramlar Müslüman toplumun bilincine hükmetmeyi, kavramları aslî mecrasından saptırarak onu dönüştürmeyi amaçlayan üretilmiş kavramlardır. Hele iman, ibadet, ahlak, muamelat ve hukuk alanlarında koyduğu prensip ve hükümlerle insan ve toplum hayatını tevhidi bütünlükle her boyuttan kavrayan, Müslümanların teferruatta üzerinde ihtilaf ettikleri noktalar olsa bile bin yılın üzerinde ittifak halinde ve kesintisiz bir şekilde yaşamaya çalıştıkları İslâm’ı “Arap İslâmı”, hatta daha özelde “Emevî İslâmı” olarak isimlendirmeye çalışmak, söz konusu merkezlerin etkileriyle oluşan bir durumdur. Bu tip yaklaşımların, millet ve kültürün oluşumunda din yerine etnik yapıyı ve dili merkeze alan, dini töreye ve folklorik unsurlara indirgemeye çalışan, İslâm’ın medeniyet tasavvurunu, ümmet ruhunu neredeyse yitirmiş milliyetçi ve ulusalcı çevrelerde zemin bulduğuna şahit olmaktayız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.