Yaralı Osmanlı Şehri: Sarayova
Yaralı hâfızasını sessizce sarmakla meşgul Sarayova şehrini ilk kez ziyaret ediyorum. Tarihte Müslüman medeniyetinin üretmiş olduğu bir arada yaşama kültürünü temsil eden model şehirlerden. Ne yazık ki; yine tarihin az rastladığı büyük bir katliamla hoşgörüsüzlüğün cinnet noktasına tanıklık etmiş.
Bu şehrin derin kimliğine rengini vurmuş Osmanlı medeniyetinin izleri, bütün dünyanın gözleri önünde hunharca silinmek istendi. Sırplar başaramadı bunu, hamdolsun. Lâkin, şehrin birlikte yaşama kültürü de derin bir yara aldı.
Türkiyeli girişimcilerin kurduğu Uluslararası Sarayova Üniversitesi’nin dâvetlisi olarak gittiğim bu şehir, bana, yaralarını gizlemeye çalışan ama bunu pek de beceremeyen iniltili bir insan gibi geldi.
Şehrin insanları yakın geçmişte yaşadıkları acıları konuşmak istemiyorlar. Acılarının üzerine sessizlik örtüsünü şifa niyetiyle çekmişler. Boşnaklar da, Sırplar da, Hırvatlar da endişeyle bekliyorlar. Savaşa dair konuşmama orucu bir arada yaşama zaruretinin neticesi diyebiliriz..
Kimilerine göre bu sessizlik fırtına öncesi sessizlik kadar ürkütücü. Türkiye’nin Balkanlarla ve bahusus Bosna meselesiyle ilgilenmesi de bu yüzden.
Sarayova’yı Profesör Gültekin Çetiner ve Profesör Mete Gündoğan hocaların rehberliğinde gezdim. Dünden bugüne, Osmanlı’dan Avusturya tecrübesine, kadîmden moderne şehir ve mukîmleri hakkında bilgiler edindim kendilerinden. Daha önce özet bilgilere sahip olduğum bu coğrafya hakkında ufuk açıcı canlı sunum yaptılar.
Câmileri gezdik. Gerek mimarideki aynılığımıza gerekse kıraatten tesbihata varana kadar ibâdetlerin bizdekiyle örtüşen rengine tanıklık ettik. Ama bir fark gözlerden kaçmıyordu. Orada hanımlar da câmilere yoğun olarak gidiyorlar.
Şehre tepeden baktığınızda Müslüman Boşnak mahallelerle Sırp mahalleler arasını câmi silüetlerinin izini takip ederek ayırt edebiliyorsunuz. Bir şey daha dikkatimi çekti. Câmilere doğru gidince Boşnakların ne kadar Osmanlı, alışveriş merkezlerine doğru gidince de ne kadar Avrupalı olduklarını görüyorsunuz.
Şehrin eski yerleşim alanlarını gezdiğinizde Bursa’yı soluduğunuzu sanırsınız, o kadar benziyor doğrusu.
Osmanlı vurgumu bazı okurlar yadırgayabilir. İnanın hiç abartı yok. Karşılaştığımız kaç Boşnak kendisini Osmanlı diye tarif etti, görmeliydiniz.
Baş Çarşı’yı girmeniz bile özvatanınızda olduğunuz duygusunu veriyor size..
Sarayova’ya kadar gidilir de direnişin gerçek kahramanı mütefekkir mücahit Aliya İzzetbegoviç’e selam verilmeden dönülür mü hiç!
Şehitliğe gidip bütün şehitler için Fâtiha okuyoruz. Sonra Aliya’nın mezarına doğru ilerliyoruz. Bir muhâfız nöbet tutuyor. Rahmetle yâd ediyoruz. Sonrasında bilge kralın kurduğu “Miladi Muslimani” (Genç Müslümanlar) vakfına geçiyoruz. Direnişin örgütlendiği mütevazı bir merkez. Vakfın içindeki Bosna’nın bağımsızlığı için oynadığı rol itibarıyla önemli yere sahip küçük lokale geçiyoruz. Aliya’nın oturduğu yere büyükçe bir posterini yerleştirmişler. Orada oturup Mete hocadan direnişin yoktan nasıl varedildiğinin öyküsünü dinliyoruz.
Tam karşı köşede ise Milli Görüş Köşesi gözüme çarpıyor. Milli Görüş’ün direnişe verdiği katkıların hatırına bu köşeyi yapmışlar, o küçük mütevazı lokalde. Hemen yanına da Fatih Sultan Mehmet’in fermanını kartal bakışlı fotoğrafı eşliğinde asmışlar. Çok şey anlatıyor...
Aliya Müzesi’ne gidiyoruz. Şehrin müdaafasında kullanılan el yapısı derme çatma tabanca ve silahlar sergileniyor. Cihadın hangi imkânsızlıklar içinde verildiğini bütün çıplaklıyığla ortaya seriyor.
Bir şeyi daha zikretmeden geçemeyeceğim. Savaşın kaderini değiştiren o “tünel”i. Şehrin giriş ve çıkış noktalarının Sırplar tarafından tamamen tutulduğu, keskin nişancıların hareket eden herkesi vurduğu, şehrin açlığa, cephânesizliğe, karanlığa mahkum edildiği ve en kötüsü umutların tükendiği o günlerde hava alanına yakın bir yerde 800 metre uzunluğunda çok gizli kazılmış o “direniş tüneli”ni görmeden Bosna cihadını anlamak zor.
Hikâyesi uzun da, yeri burası değil. Benim zikretmek istediğim ise, tünelin bir ucunun bulunduğu evin sahibesi yaşlı nine. Yaşayan bir kahramandan bahsediyorum.
İki çocuğunu şehit vermiş. Kendisini o evin bahçesinde çapa yaparken bulduk. Hayıflandık tabiî. İngilizler, Fransızlar yahut başka bir millet olsaydı o nineyi milli kahraman ilan edip bir maaşa bağlar, rol model olarak baş tacı ederlerdi. Ama maalesef ilerlemiş yaşına rağmen o hâlâ bahçesini çapalamakla meşgul.
Sarayova’yı ve direnişi hakkıyla anlatmak ne mümkün! Gördüklerimizin tamamını kaleme alamasak da bazı önemli hususları paylaşmak istedik.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.